Kpss Türkçe Konu Analtım Kitabı

Benim hocam kpss  Türkçe Kitabı – Ders Notları ve Konu Anlatımı

KELİME ANLAMI

GENEL BİLGİLER


Sözcük, çoğu zaman, dilin kendi başına anlamı olan en küçük parçası, diye tanımlanır. Ağaç, hayal, dost gibi sözcükler buna örnektir. Bazı sözcükler ise tek başına anlam taşımayıp diğer sözcüklerle bir araya geldiğinde belli bir anlam ifade eder: için, gibi, göre vs.
ÖSS’de sözcük anlamına dayalı sorular değişik soru biçimleriyle karşımıza çıkar. Kimileri “Aşağıdakilerden hangisinde altı çizili sözcük mecaz anlamıyla kullanılmıştır?” gibi bilgiye dayalı olduğu halde, kimileri “Aşağıdakilerden hangisinde “gün” sözü ötekilerden farklı anlamda kullanılmıştır?” gibi sözcüğün cümle içindeki yorumuyla ilgilidir. Hatta yoruma dayalı sorular sözcük anlamıyla ilgili soruların çoğunu oluşturur.

GERÇEK, MECAZ VE YAN (YAKIŞTIRMA) ANLAM
Gerçek anlam, bir sözcüğün temel anlamıdır; buna sözcüğün ilk akla gelen anlamı ya da sözlükteki ilk anlamı da denir. Bir sözcüğün diğer anlamları gerçek anlamından yola çıkılarak oluşturulmuştur. Örneğin “Burun” dendiğinde aklımıza ilk gelen, insanın bir organıdır. Öyleyse; “Burnundaki benler onu öyle tatlı gösteriyordu ki…” cümlesindeki “burun” sözü insanın bir organı anlamında olduğundan gerçek anlamında kullanılmıştır. Ancak aynı söz; “Bugünlerde burnu büyüdü kimseleri gözü görmüyor.” cümlesinde insanın bir organı anlamını vermekten çok uzaktır. Temelde bu, gerçek anlamdan doğmuş ancak tamamen farklı bir özellik kazanmıştır.
İşte sözcüğün gerçek anlamından tamamen uzaklaşarak kazandığı bu anlama mecaz anlam diyoruz.
Bir de sözün, çoğu kaynağın mecaz anlama dahil ettiği ancak mecaz anlamdan biraz farklı olması yönüyle yan anlam ya da yakıştırma diye de anılan bir anlamı vardır. Yukarıda verdiğimiz “burun” sözünü “Ayakkabımı biraz küçük almışım; burnu ayağımı sıkıyor.” cümlesinde ele alalım. Buradaki “burun” sözü gerçek anlamda değildir; çünkü “insanın bir organı” ifadesini taşımıyor. Tam olarak mecaz anlama da girmez; çünkü temelde gerçek anlamla yakın bir ilgisi vardır. Ayakkabının o kısmına burun denmesinin nedeni insanın burnuna konum itibariyle benzemesindendir. İşte sözcüğün, gerçek anlamında karşıladığı varlığa şekil benzerliğinden dolayı başka bir varlığa verilmesine yan anlam ya da yakıştırma denir.

SOMUT VE SOYUT ANLAM
Sözcükler varlıkları ve kavramları karşılar. Varlık, madde olarak bulunan yani duyu organlarıyla algılanabilen bir nitelik taşır. Örneğin; ağaç, yeşil, kalem gözle; soğuk, ıslak dokunmayla; ses, gürültü işitmeyle; koku koklamayla; acı, ekşi tatmayla algılanabilir. İşte duyu organlarımız yardımıyla algılayabildiğimiz bu sözcüklere somut anlamlı sözcükler denir.
Oysa üzüntü, sevgi, özlem, hasret, rüya gibi sözcükleri herhangi bir duyumuzla algılayamayız; bunların sadece kavram olarak var olduğunu kabul ederiz. İşte bu tür sözcüklere de soyut anlamlı sözcükler denir.
Bir sözcük her zaman somut olamayacağı gibi her zaman soyut da değildir. Bir cümlede somut olan sözcük başka bir cümlede soyut anlam taşıyabilir. Örneğin; “Bu iki çizgi arasındaki açı kırk beş derece vardır.” cümlesindeki “açı” sözcüğü ölçülebilen bir değer taşıdığından somut anlamlıdır. Aynı sözcük “ Sen bu sorunu hangi açıdan ele aldın?” cümlesinde, ölçülebilen bir değer olmaktan çıkmış, mecaz anlam kazanarak soyut bir kavramı karşılar duruma gelmiştir.

TERİM ANLAM
Herhangi bir bilim, sanat ya da meslekle ilgili özel bir kavramı karşılayan sözcüklere terim denir. Yeni bulunan bir kavram, yeni bir terimle karşılanabileceği gibi, günlük hayatta kullanılan bir sözcüğe özel bir anlam verilerek de karşılanabilir. Örneğin “ağız” sözü “Adamın ağzında diş kalmamış, hala genç gibi davranıyor.” cümlesinde gerçek anlamında ve günlük kullanımıyladır. Aynı söz “İstanbul’da büyümüş; ama Karadeniz ağzıyla konuşuyor.” cümlesinde dilbilgisinde bir tanım olan “yöresel konuşmalara dilde verilen karşılık” anlamına gelerek bir terim oluşturmuş. Ya da “Irmağın ağzı toprakla dolmuştu.” cümlesinde olduğu gibi “ırmağın denize karıştığı yer” anlamında kullanılarak coğrafi bir terim olmuştur.

EŞ ANLAM
Aynı kavramı karşılayan farklı sözcükler eş anlamlıdır. Örneğin “ayakkabı” sözü ile “kundura” sözü aynı nesneyi karşıladıkları için eş anlamlı sayılır. Ancak bir sözcük daima başka bir sözcükle eş anlamlı olmaz. Bazen aynı sözcük farklı cümlelerde eş ya da farklı anlamlar da taşıyabilir. Cümlenin gelişine göre eş anlamlılık durumu değişir. Örneğin; “Çocuğun kara gözleri, büyüleyiciydi.” cümlesindeki “kara” yerine “siyah” diyebiliriz. Ancak “Ah alnımın kara yazısı!” sözündeki “kara” yerine “siyah” getirilemez. Çünkü “kara” sözü cümlelerin ikisinde de farklı anlamlar veriyor. Dolayısıyla ikinci cümlede mecaz anlama geldiği için yerine “siyah” sözcüğünü getiremiyoruz.

KARŞIT (ZIT) ANLAM
Birbirine karşıt kavramları karşılayan sözcüklerdir. Karşıt anlamlı sözcükler iki zıt noktayı belirtirler. Örneğin; “güzel” sözcüğünün karşıtı “itici” olamaz çünkü iticilikte sevimsizlik anlamı da vardır. Oysa “güzel” sözü sevgiyi beraberinde ifade etmez. Bunun karşıtı ancak “çirkin”dir. Aynı durum eylemlerde de görülür. Örneğin; “sevmek” eyleminin karşıtı “sevmemek” değildir. Çünkü “sevmek” iyi bir duygunun varlığını bildirir. Sevmemekte ise bu duygunun bulunmadığı anlamı vardır. Oysa karşıtlıkta, olan duygunun tam karşıtı olmalıdır; bu da “nefret etmek”tir. Bu nedenle karşıtlıkla olumsuzluğun farkını görmek önemlidir.

DEYİM
En az iki sözcükten meydana gelen, sözcüklerden en az birisi mecaz anlamıyla kullanılan, cümlede eylem bildiren söz öbekleridir. Deyimi oluşturan sözcükler çoğu zaman kendi anlamlarından uzaklaşmış görülürler. Örneğin; “Haberi duyunca etekleri zil çaldı.” cümlesinde “etekleri zil çalmak” çok sevinmek anlamına gelen bir deyimdir. Ancak burada etek, zil, çalmak sözlerinin sevinmekle bir ilgisinin olmadığı açık.
Bazı deyimlerde ise sözcükler gerçek anlamlarını tamamen yitirmemiş olabilir. Örneğin; “Yükte hafif pahada ağır ne varsa getirin.” cümlesindeki altı çizili deyimde “yük” ve “paha” sözcüklerinin gerçek anlamlı olduğu açıktır.
Deyimler genellikle bir eylem bildirir. Bu nedenle bir eylem gibi çekimlenebilir. Bu yönüyle atasözlerinden farklılık gösterir. Atasözleri daima cümle halinde bulunup yargı bildirirlerken, deyimler mastar olarak da kullanılabilir. Örneğin “küplere binmek” deyimdir ve “sinirlenmek” anlamındadır. Mastar halinde de anlamlıdır. Ancak bu açıklamaya uymayan deyimler de vardır. Örneğin, “Dün az kalsın kaza yapıyordum.” cümlesinde altı çizili söz deyim olarak verilmiş. Biz bu deyimi “az kalmak” şeklinde mastar olarak kullanamayız. Aslında bir eylem de bildirmeyen bu tür sözler, deyimlerin genel niteliklerine pek uymaz.

ATASÖZÜ
Yıllar önce söylenmiş, dilden dile aktarılarak günümüze kadar gelmiş, öğüt bildiren, genel kural niteliği taşıyan söz öbekleridir. Genellikle kesin bir yargı bildiren cümleler biçiminde görülür.
Atasözlerinin söyleyeni belli değildir. Sadece mecaz anlam veren atasözü olabileceği gibi, sadece gerçek ya da hem gerçek hem mecaz anlam taşıyanlar da vardır. Örneğin; “Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır.” atasözü sadece mecaz; “Dost ile ye iç, alışveriş etme.” sadece gerçek”; “Taşıma su ile değirmen dönmez.” hem gerçek hem mecaz anlam verir.

SESTEŞ (EŞSESLİ) SÖZCÜKLER
Yazılışları aynı, anlamları arasında hiçbir ilgi bulunmayan sözcüklerdir. Örneğin;
Bir gül de içimiz aydınlansın.
Bu gül bahçesini çok severim.
cümlelerinde altı çizili sözlerin yazılışları aynıdır. Ancak birincisi eylem, diğeri çiçek ismi olan bu sözler arasında hiçbir anlam ilgisi yoktur. Öyleyse bunlar sesteş sözcüklerdir.

ÖZDEYİŞ (VECİZE)
Kim tarafından söylendiği bilinen özlü sözlerdir. Genellikle evrensel nitelikler gösterir.
Düşünüyorum, öyleyse varım.
Descartes

YANSIMA SÖZCÜKLER
Doğada duyulan seslerin taklit edilmesiyle oluşan sözcüklerdir. Bu sözcüklerde ses-anlam ilişkisi güçlüdür. Bu tür sözcükler sese dayalı olduğundan çoğu dilde benzerlik gösterir.
Çalılıktan çıtır çıtır sesler geliyordu.
Köpek acı acı havlıyordu.
Su şırıl şırıl akıyordu.
cümlelerinde altı çizili sözler yansımadır.
Yansıma sözcüklere benzeyen ancak ses ilgisi bulunmadığından yansıma denmeyen sözcükler de vardır.
Güneş pırıl pırıl parlıyordu.
Işıl ışıl bir güne merhaba dedik.
cümlelerinde altı çizili sözler sese dayalı olmadığından yansıma değildir.

İKİLEME
Sözün anlamını pekiştirmek, onu zenginleştirmek ya da değişik anlam ilgileri oluşturmak için iki sözün bir araya getirilmesiyle oluşan söz öbeğidir. İkilemeler yapıca ve anlamca farklılıklar gösterir.

a. Aynı sözcüğün tekrarıyla yapılabilir.
Usul usul sınıfı terk etti.
Koşa koşa geldi.

b. Yakın anlamlı sözcüklerin tekrarıyla yapılabilir.
Yalan yanlış sözlerle ortalığı karıştırdı.
Artık kimsede ar namus kalmadı.

c. Karşıt anlamlı sözcüklerin tekrarıyla yapılabilir.
Aşağı yukarı iki aydır kimse uğramadı buraya.
İşin aslını er geç öğreneceğim.

d. Biri anlamlı biri anlamsız sözcüklerle yapılabilir.
Eğri büğrü yollardan denize ulaştık.
İçeriye ufak tefek bir adam girdi.

e. Her ikisi de anlamsız sözcüklerle yapılabilir.
Ivır zıvır eşyaları tavan arasına kaldırdık.
Böyle eften püften sebeplerle oyalama beni.

f. Sözcüklerden biri ya da her ikisine ekler getirilerek yapılabilir.
Beni baştan aşağı şöyle bir süzdü.
Onunla başa baş mücadele etti.
Her ikileme cümleye değişik bir anlam katar.
Yüzüme acı acı gülümsedi. (kuvvetlendirme)
Gideli aşağı yukarı iki gün oldu. (ihtimal)
Ivır zıvır eşyaları atın. (değersiz)
Caddede sıra sıra ağaçlar vardı. (çokluk)

AD AKTARMASI
Benzetme ilgisi kurmadan bir sözün başka bir söz üzerine kullanılmasıdır. Bunda, parça söylenip bütün, genel söylenip özel çağrıştırılabilir.
“Biz hilale şan arayan gemicileriz.”
dizelerinde “hilal” sözü bayrak yerine kullanılmıştır.
“Bu derste Fikret’i okuyacağız.”
sözünde “Fikret” sözü Fikret’in şiirleri anlamında kullanılmıştır.

CÜMLE ANLAMI

CÜMLE ANLAMI
Cümle, yargı bildiren sözcük ya da söz öbeğidir. Bir sözün yargı bildirmesi, şahıs ve kip bildirecek biçimde çekimlenmesine bağlıdır. Bu özelliği gösteren tek bir sözcük cümle olabileceği gibi birbirini tamamlayan birçok sözcük de cümle özelliği gösterebilir. Yani “geliyorum”, “hastayım” sözleri de cümledir; “Dün seni okulun bahçesinde arkadaşlarınla gezerken görmüştüm.” de cümledir. Daha uzun cümleler de kurulabilir.
Bizim burada üzerinde duracağımız konu cümlenin yapısal özellikleri değil anlamlarıdır. Sınavlarda çıkan cümle anlamıyla ilgili soruları iki grupta değerlendirebiliriz. Birincisi cümlelerin anlamca eşleştirilmesi şeklindedir. Bir bilgi gerektirmeyen bu tür soruların çözümünde cümlelerin ifade ettiği anlamların iyi kavranması gerekir. Kimi zaman ise bu şekilde eşleştirme sorulmaz da cümlede anlatılmak istenenin ne olduğu, sözü edilen düşünceyle, hangi cümlenin aynı doğrultuda olduğu ya da sözü edilen düşünceyle hangi cümlenin çeliştiği sorulabilir
Bazı cümle anlamı soruları da cümle tamamlama biçiminde olabilir.
İkinci grup cümle anlamı soruları ise kavramlar ve duygularla ilgilidir. “Tanım, üslup, değerlendirme, öznellik, nesnellik, karşıtlık, eşitlik, karşılaştırma, önyargı, neden-sonuç, koşula bağlılık, beğenme…” sorulan kavram ve duygulardan bazılarıdır. Bunlardan önemli gördüklerimizi açıklayarak konuyu pekiştirelim.

TANIMLAMA
Bir şeyin ne olduğunu anlatan cümleler tanım cümleleridir. Bu tür cümleler “Bu nedir?” sorusuna cevap verir. Örneğin, “Sözcük, dilin anlamlı en küçük parçasıdır.” cümlesinde tanım yapılmıştır. Çünkü, “Sözcük nedir?” sorusuna cevap verir.

ÜSLUP
Sanatçının dili kullanma biçimi, anlatım şekli üslupla ilgilidir. Cümlelerin uzunluğu, kısalığı, sözcük seçimi, sanatlı ya da yalın oluş, sanatçının üslubunu ortaya koyar. Örneğin, “Sanatçı eserinde gerçekleri dile getirir.” cümlesi üslupla ilgili değildir. Çünkü anlatımdan söz edilmemiş. Ancak “Sanatçı, eserinde gerçekleri kısa, yalın cümlelerle dile getirmiş.” sözü üslupla ilgilidir.

KARŞILAŞTIRMA
Bir düşünceyi ya da kavramı daha anlaşılır hale getirmek için onu başka bir düşünce ya da kavramla herhangi bir yönden değerlendirmeye denir. Karşılaştırma, ortak ya da farklı yönlerden yapılabilir. Örneğin “Ahmet’in boyu Ali kadar uzundur.” cümlesinde Ahmet ve Ali boyları yönünden karşılaştırılmışlardır. “Ali, Ahmet’ten çalışkandır.” cümlesi de bir karşılaştırmadır. Karşılaştırma çalışkanlık yönünden yapılmış. “Ahmet gezmeyi çok sever, Ali ise ders çalışmayı tercih eder.” cümlesinde de karşılaştırma vardır. Ali ve Ahmet sevdikleri durumlar yönünden karşılaştırılmışlardır.
Karşılaştırmayla benzetmeyi karıştırmamalıyız. Karşılaştırmada üstünlük, aşağılık ya da aynı seviyede olmak gibi bir derecelendirme vardır. Benzetmede bu görülmez. “O aslan gibi bir delikanlıdır.” cümlesinde benzetme vardır. Ancak “O aslan kadar güçlüdür.” cümlesinde karşılaştırma vardır; çünkü birincisinde benzerlik, ikincisinde derecelendirme söz konusudur.

ÖZNELLİK VE NESNELLİK
Kimi yargıların kişiden kişiye değişen göreli bir yanı vardır. Bu yargıların doğru ya da yanlış olduğu kanıtlanamaz. Söyleyenin yorumunu içeren bu tür yargılara öznel yargılar denir. Örneğin “En beğenilen edebiyat türü romandır.” cümlesinde beğeni ifadesi, söyleyenin yorumuna bağlıdır ve bu yorum kişiden kişiye değişir.
Doğruluğu ya da yanlışlığı kişiden kişiye değişmeyen, kanıtlanabilir bir bilgi özelliği taşıyan ve söyleyenin yorumunu içermeyen yargılar ise nesneldir. Örneğin, “En çok satan romanlar aşk romanlarıdır.” cümlesi nesneldir. Çünkü satış rakamları incelenerek kanıtlanabilecek bir bilgi cümlesidir.

DEĞERLENDİRME
Bir sanat eserinin, sanatçının ya da herhangi bir durumun iyi ya da kötü yönlerini ortaya koymaya veya özelliklerini belirlemeye değerlendirme denir. Değerlendirmeler öznel ya da nesnel nitelik gösterebilir. Örneğin “Sanatçı şiirinde yabancı sözcüklere hiç yer vermemiş.” cümlesi nesnel bir değerlendirmedir. Ancak “Şiirde her insanı derinden etkileyen hayal alemlerine yer verilmiş.” cümlesi öznel bir değerlendirmedir.
Değerlendirme belli bir eser, kişi ya da durum üzerine yapılır ve genel kanı niteliği taşımaz.

KOŞULA BAĞLILIK
Bir eylemin ya da durumun gerçekleşebilmesi için önceden olması gereken başka bir durumun varlığı, koşula bağlılıktır. Örneğin “Sizinle gelirim, ama önce bu işi bitirmeme yardım ederseniz.” cümlesinde “gelme” eyleminin olması “yardım etme” eyleminin gerçekleşmesine bağlıdır. Koşul olarak ileri sürülen durum gerçekleşmezse sonuç olacak durum da gerçekleşmez. Cümledeki koşulu bulabilmek için yükleme “hangi şartla, hangi taktirde” gibi sorular sorulabilir.

NEDEN – SONUÇ
Bir eylemin hangi gerekçeyle ya da hangi nedenden dolayı yapıldığını bildiren cümlelerde neden-sonuç ilgisi vardır. Bunu bulmak için yükleme “niçin” sorusu sorulabilir. Bu tür sorularda neden-sonuç sorulabileceği gibi hangi gerekçeyle yapıldığı da sorulabilir.

PARAGRAF

Paragraf, bir düşünceyi tam olarak anlatabilmek için bir araya getirilen cümleler topluluğudur. Yani paragrafın bütün cümleleri aynı konuyu işler ve aynı düşünceyi açıklar ya da destekler. Tek bir düşünce etrafında oluştuğundan kendi içinde bir bütünlük gösterir; kendinden önceki ya da sonraki paragraflara bir bağlılık göstermez.
Bu konudaki sorular paragrafın değişik özellikleriyle ilgilidir. Genellikle paragrafın ana düşüncesi, yardımcı düşünceleri, konusu, başlığı sorulur ya da paragrafın oluşturulmasıyla ilgili özellikler üzerinde durulur. Bir veya iki tane soruda da paragrafın anlatımıyla ilgili bilgiler sorulabilir.
Paragraf sorularının çözümünde bazı noktalara dikkat etmeliyiz. Bunlardan en önemlisi paragrafa yorum karıştırmamaktır. Paragrafı okurken önyargılarımızı, kabullerimizi bir kenara bırakıp paragrafta sözü edilenler üzerinde durmalıyız. Bazen bize göre çok yanlış bir düşüncenin doğruluğu savunulabilir. Paragrafta ne savunulursa onun doğru olduğu kabullenilerek soruya yaklaşmak gerekir.

PARAGRAFIN KONUSU
Paragrafta hakkında söz söylenen düşünce, olay ya da durumlar konuyu verir. Konuyu bulmak için “Parçada neden söz ediliyor?” diye sorabiliriz. Yani üzerinde durulan neyse konu da odur. Bununla ilgili sorular değişik soru kökleriyle karşımıza çıkar.
“Bu parçada aşağıdakilerden hangisinden söz edilmektedir?”
“Bu parçanın konusu aşağıdakilerden hangisidir?”
“Bu parçada aşağıdakilerden hangisinden yakınılmaktadır?”
gibi sorular konuyu sorar.
Parçada konuyu soran bir diğer soru şekli de paragrafın bir soruya cevap olarak verilmesidir. Elbette bunlarda yazara sorulan sorunun konusu neyse cevap da o konuda olacaktır.
Konumuzun paragraf olması, konu, başlık, anadüşünce vs. gibi soruların sadece paragraftan olacağı anlamına gelmez. Bazen bir şiir parçası verilerek de bu tür özellikler sorulabilir.

PARAGRAFIN BAŞLIĞI
Paragrafın bir düşünce etrafında döndüğünü ve daima bir konudan söz ettiğini söylemiştik. Bir bakıma paragraf, bir makalenin, bir denemenin, bir fıkranın küçültülmüş şekli gibidir. Öyleyse nasıl bu tür yazıların bir başlığı varsa, paragrafın da bir başlığı olur. Ancak yazı başlıklarının dikkati çekme, ilgi uyandırma ya da şaşırtma gibi özellikleri vardır. Oysa paragrafın başlığı bu amaçla seçilmez. Konuyu en iyi şekilde yansıtan bir veya birkaç söz başlık olarak belirlenir.

PARAGRAFIN ANADÜŞÜNCESİ
Anadüşünce, parçada yazarın okuyucuya vermek istediği mesajdır. Buna yazarın paragrafı yazma amacı da diyebiliriz. Her paragrafın belli bir anadüşüncesi vardır. Bu düşünce bazen paragrafın herhangi bir yerinde bir cümle halinde verilir. Diğer cümleler bu düşünceyi açıklar ya da destekler. Bazen ise belli bir cümleyle verilmez, paragrafın bütününe sindirilir.
Paragrafın anadüşüncesini bulabilmek için kendimize “Yazar bu parçayı hangi amaçla yazdı?”, “Bize ne demek istedi?” gibi soruları sorabiliriz.
Anadüşünce, değişik soru biçimleriyle karşımıza çıkar.
“Bu paragrafın anadüşüncesi aşağıdakilerden hangisidir?”
“Bu paragrafta anlatılmak istenen aşağıdakilerden hangisidir?”
“Bu parçada aşağıdakilerden hangisi vurgulanmıştır?”
gibi sorular anadüşüncenin sorulduğu soru tiplerinden bazılarıdır.
Anadüşünceyi veren cümleler kesin bir yargı bildirir, açık ve anlaşılır bir anlam taşır.
Anadüşünce, parçada sözü edilenleri en kapsamlı bir biçimde bildirir. Parçada olmayan konular anadüşünce içinde yer almayacağı gibi, parçanın bir kısmını bildiren cümleler de anadüşünceyi vermez. Parçanın tümünü kapsayacak biçimde olması gerekir onun.
“Bir dilin söz dağarcığıyla o dili konuşan toplumun yaşama biçimi arasında çok sıkı bir ilişki vardır. Sözgelimi sözcük sayısı Türkçeye oranla çok fazla olan İngilizcede yeşil için birkaç sözcük bulunurken, Türkçede, doğayla içli dışlı olmanın bir sonucu olarak yosun yeşili, çağla yeşili, tirşe, ördekbaşı gibi birçok sözcük vardır. Bunun gibi, söz dağarcığını oluşturan öğelerin somutluğu, soyutluğu da yine toplumun yaşama biçimine bağlıdır.”
Yukarıdaki parçaya baktığımızda toplumun yaşayış biçimiyle söz dağarcığı arasında ilgi kurulduğunu görürüz. Yazar bize vermek istediği mesajı ilk cümlede vermiş. Daha sonra “sözgelimi” diyerek ileri sürdüğü bu düşünceyi örneklendirmiş. İlk cümlenin genel ve kesin bir yargı bildirmesi de anadüşünceyi vermesinin diğer bu yanıdır. Bu parçadan “Türkler doğayla iç içe yaşadığı için doğayla ilgili birçok sözcüğe sahiptir.” yargısını çıkarabiliriz. Ancak bu yargı anadüşünce olmaz; çünkü parçanın sadece bir kısmını karşılar. “Söz dağarcığının genişliği toplulukların gelişmişlik düzeyini gösterir.” gibi bir yargı ise gerçekte doğru olsa bile parçada sözü edilmediğinden parçanın anadüşüncesi olamaz.

PARAGRAFIN YARDIMCI DÜŞÜNCELERİ
Her paragrafın tek bir konu üzerinde durduğunu ve bir anadüşünce etrafında döndüğünü söylemiştik. Paragrafta bunun dışında, anadüşüncenin daha iyi açıklanmasını sağlayan, onu daha belirgin hale getiren, işlediği konunun sınırlarını çizen düşünceler de vardır. Bu düşüncelere de paragrafın yardımcı düşünceleri denir. Bir paragrafta anadüşünce bir tane iken yardımcı düşünce sayısı birden fazla olabilir.
Yardımcı düşünceyle ilgili sorular çoğu zaman olumsuz biçimdedir.
“Bu paragraftan aşağıdakilerden hangisi çıkarılamaz?”
“Bu paragrafta aşağıdakilerden hangisine değinilmemiştir?”
“Bu parçadan aşağıdakilerden hangisine ulaşılamaz?”
gibi sorular hep yardımcı düşünceleri sormaktadır. Bir parça üzerinde yardımcı düşünceleri inceleyelim.
Gündelik dil bilincimiz ile algımız, ister istemez birtakım toplumsal kalıplarla koşullanmıştır. Oysa şiirin, öykünün, romanın sunduğu kurmaca dünya, bizim yeni bir algı durumuna girmemizi gerektirir. Gerçekte, okuma sırasında bir beklentiden ötekine, bir varsayımdan ötekine geçerek sürdürdüğümüz bilinç etkinliği, bu yeni algı konumunun aranışından başka bir şey değildir. Haşim’in şiirindeki karanfil, bizim gündelik deneylerimizden tanıdığımız karanfil olmaktan çok uzaktır.”

Şimdi bu parçadan hangi düşüncelerin çıkabileceğine bakalım.
Toplumsal kalıplar algımızı ve bilincimizi koşullandırır.
Şiir, öykü, roman gibi türler bize kurmaca bir dünyanın kapılarını açar.
Şiirin kurduğu dünya ile romanınki birbirinden oldukça farklıdır.
Okuma sırasında bilinç etkinliğimiz sürekli değişir.
Şiirin etkileme gücü, düzyazıdan daha çoktur.
Gündelik hayatta karşılaştığımız nesneler, şiirde karşımıza farklı nesneler olarak çıkabilir.
Haşim şiirinde karanfili en güzel biçimde betimlemiştir.
Parçayı incelediğimizde, şiirle romanın karşılaştırmasının yapılmadığını görürüz. Öyleyse c’deki cümle parçadan çıkmaz. Eserlerin etkileme gücünden söz edilmediğinden e, Haşim’in karanfili nasıl betimlediğinden söz edilmediğinden g parçadan çıkarılamaz. Diğerlerine ise parçada yer verilmiştir.

PARAGRAFIN YAPISI
Paragrafın; bir makalenin, denemenin ya da başka bir yazının küçültülmüş biçimi olduğunu önceki sayımızda söylemiştik. Nasıl bu tür yazıların giriş, gelişme ve sonuç bölümleri varsa, bir paragrafın da bu tür bölümleri vardır. İşte paragrafın yapısıyla ilgili sorular böyle bir bölümlemeyi ortaya çıkarmak için sorulur.

Paragrafın yapısı değişik soru biçimleriyle karşımıza çıkar.
Bazı sorular paragraf oluşturmayla ilgilidir. Yani bir paragraf oluşturabilecek cümleler dağınık olarak verilir ve öğrencinin bunlardan bir paragraf oluşturması istenebilir. Bu tip sorularda cümlelerin anlamca ve yapıca birbirine bağlanabilmesi aranmalıdır.
Bir paragraf kendi içinde bir bütünlük oluşturur. Bu yüzden kendinden önceki veya sonraki paragraflara yapıca bir bağlılık göstermez. Öyleyse paragrafın ilk cümlesi onu kendinden önceki cümlelere bağlayan herhangi bir anlam veya bağlayıcı öğe taşımamalıdır. Bir başlangıç ifade etmelidir. Aynı zamanda kendinden sonraki cümlelere de anlamca bağlılık göstermelidir.
Paragraf tamamlamanın sorulduğu bir diğer soru tipinde de son cümle sorulur. Parçanın son cümlesi bir bitiş bildirir. Ya anlatılanlardan bir sonuç çıkarılır ya da bir olayın bitişini gösterir. Bu soruların çözümünde cümlelerin anlamca bağlılığı yanında yapısal olarak bağlanmalarına da dikkat edilmelidir.
Son yıllarda sorulan paragraf oluşturmayla ilgili diğer bir soru tipi, paragrafın içine cümle yerleştirme şeklindedir. Bu tip sorularda cümlelerin hem anlam hem yapı bakımından uygun olduğu yer aranmalıdır.
Gittikçe soru sayısı artan diğer bir paragraf tipi, düşüncenin akışının bozulmasıyla ilgili olanlardır. Bir paragrafın tek bir düşünceyi aktardığını, cümlelerin hep bu düşünce etrafında döndüğünü önceki bölümlerde anlatmıştık. İşte bir paragraf içinde, paragrafın düşünce bütünlüğüne uymayan cümle varsa, bu cümle anlatımın akışını bozmaktadır.
Düşüncenin akışıyla ilgili bir diğer soru tipi de, parçanın iki paragrafa bölünebilmesiyle ilgilidir. Bu tip parçalarda, parçanın bir bölümünde bir düşünce, ikinci bölümünde başka bir düşünce işlenir.
Bazı tip sorularda ise düşüncenin akışı cümlelerin yanlış yerde bulunmasından dolayı bozulmuştur. Bu tür sorularda numaralanmış cümlelerin uygun bir biçimde düzenlenmesi istenir.

PARAGRAFLARDA SORULAN KAVRAMLAR VE DUYGULAR
Bazı paragraf sorularında kişilerin nitelikleri üzerinde ya da yazının özellikleri üzerinde durulur. Bu tip sorularda seçeneklerde geçen kavramların duyu ve duyguların bilinmesi gerekir. Bunlardan bazıları şunlardır:
Özgünlük: Başkasına benzememe, kendine has olma demektir. Parçalarda genelde taklitçilikten kaçınma ve yenilikçi olmayla açıklanır.
Doğallık: Yapmacıksız, süs ve özentiden uzak, günlük hayatta olduğu gibi olma demektir.
Duruluk: Açık ve anlaşılır olma, kapalı ifadelerden kaçınma, söylenmek isteneni imgeler arkasına gizlemeden anlatma demektir.
Akıcılık: Okuyucuyu sıkmayan, sürükleyici bir anlatıma sahip olma demektir.
Özlülük: Az sözle çok şey ifade edebilme, sözü uzatmaktan kaçınma demektir.
Yoğunluk: Birçok anlamı bir arada verme, anlam içinde anlam bulunması demektir.
Kimi zaman da parçada ağır basan duyu ve duygular sorulabilir. Duyu ve duyguyu birbirine karıştırmamak gerekir. Duyu dışarıdaki nesneleri algılama yolumuzdur. Nesneler beş duyu organıyla algılanır. Duygu ise içimizden geçen hislerdir. Sevinç, keder, hoşgörülü olma, alçak gönüllülük…

ANLATIM BİÇİMLERİ

Paragrafta yazarın herhangi bir düşünceyi ya da durumu ortaya koyma biçimine anlatım denir. Yazar aktaracağı duruma uygun bir anlatım biçimi seçemezse, yazısının etki gücü azalır. Bir bilgiyi aktarmakla bir olayı hikaye etmek ya da bir manzarayı betimlemek farklı bir anlatım gerektirecektir.

Bu biçimleri şu şekilde açıklayabiliriz.
1. Açıklama
Öğretici özellik gösteren bir anlatım biçimidir. Yazarın amacı bilgiyi en kısa yoldan okuyucuya anlatmak olduğundan, yazar sanatlı söyleyişlere, imalı sözlere pek yer vermez. Açık, anlaşılır bir dil kullanır. Soyutluktan, kişisellikten kaçınır. Tanımlarla, örneklerle konunun en iyi biçimde anlaşılmasını sağlar. Ansiklopedilerde daha çok bu tür bir anlatım görülür.

2. Tartışma
Yazarın, bir düşüncenin, bir önerinin doğru olmadığını ortaya koymak amacıyla hazırladığı yazılarda başvurduğu bir yöntemdir. Yazar okuyucuyla sohbet ediyormuş gibi bir üslupla yazısını oluşturur. Devrik cümlelerle, soru ve cevaplarla yazısına akıcılık kazandırır. Sonuçta burada da bilgi ortaya konmuş olabilir; ancak bir görüşün başka bir görüşe karşı savunuculuğunun yapılması onu açıklamadan ayırır. Yazar, görüşlerini inandırıcı kılmak için kanıtlama yoluna başvurur. Kanı niteliği taşıyan yargılardan kaçınır, nesnel olmaya çalışır.

3. Betimleme
Yazarın, gördüklerini okuyucunun gözünde canlanacak biçimde anlatmasıyla oluşan bir anlatım biçimidir. Betimlemede asıl olan görselliktir. Bu nedenle gözle algılanan renk ve biçim ayrıntılarına büyük yer verilir.

Betimlemeler iki grupta incelenir.
a. Ruhsal betimleme : İnsanların iç dünyasıyla tanıtıldığı, tavır ve davranışlarının ele alındığı betimleme türüdür. Görsellikten çok, izlenim ve sezginin ağır bastığı bu betimlemeler sadece insanlara özgüdür.
“İçli, çok duygulu bir adamdı; konuşurken hem ağlar hem ağlatırdı…” sözleri bu tür betimlemedir.
b. Fiziksel betimleme : Gözle görülenin anlatıldığı betimlemelerdir. Kişinin dış görünüşüyle betimlenmesi ya da dış dünyanın anlatılması bu türdendir.
Betimlemelerde yazar nesnel olabileceği gibi gözlemlerine duygularını da katabilir.

4. Öyküleme
Belli bir zaman diliminde gelişen olayların anlatıldığı durumlarda başvurulan anlatım biçimidir. Olayın olmadığı yerde öyküleme olmaz. Anlatım yönüyle betimlemeye benzer; ancak betimlemelerde yazarın izlenimleri söz konusu olduğu halde, öykülemede olayın aktarımı, durumların değişmesi, zaman süreci söz konusudur.

DÜŞÜNCEYİ GELİŞTİRME YOLLARI
Her paragrafın belli bir düşünceyi aktarmak için yazıldığını söylemiştik. Yazar bu düşünceyi okuyucuya değişik şekillerde ortaya koyarak anlatır. Burada anlatım biçimiyle düşünceyi geliştirme yollarının farklı şeyler olduğunu da söylemeliyiz. Ancak anlatım biçimi dört tane olduğundan bir soru haline getirilemez. Bu nedenle geliştirme yollarıyla birlikte sorulur.

Şimdi sorularda karşımıza çıkan “düşünceyi geliştirme yolları”nı açıklayalım.

1. Tanımlama
Kavramların tanımlar halinde verilmesi şeklinde ortaya çıkar. Tanımın ne olduğunu cümle anlamında görmüştük. Parça içinde bir tanım cümlesi varsa, tanımlama var sayılır; bütün paragrafın tanım olması gerekmez.

2. Karşılaştırma
İki farklı düşünce, kavram ya da durumun mukayese edilmesiyle ortaya çıkan bir yöntemdir. Karşılaştırmada, karşılaştırılan olgular arasında bir derecelendirme söz konusudur. Bir kavram diğerinden üstün, aşağı ya da diğeriyle aynı seviyede olması yönünden başka bir kavramla karşılaştırılır. Üslup olarak “Bu böyledir; şu ise şöyledir. “ ifadesi hakimdir.

3. Örneklendirme
Anlatılan konuyla ilgili örneklerin verilmesiyle ortaya çıkar. Konuyu daha anlaşılır ve zihinde daha iyi kalıcı bir niteliğe kavuşturur. Verilen örneğin okur tarafından bilinen, çağrışım yaptırıcı bir nitelik taşıması gerekir.
Bazen bir fıkra, bir öykücük bile örnek olarak verilebilir.

4. Tanık Gösterme
Yazarın, düşüncesini inandırıcı kılmak için, o konuda sözüne güvenilir birinin sözünü parçasına alıntı yaparak almasıyla oluşur. Genellikle bu söz tırnak içinde verilir. Sözün olmadığı yerde tanık gösterme de olmaz.

5. Benzetme
Bir olguyu anlatırken başka olgularla benzerlik kurma şeklinde oluşur. İki olgu arasında sağlam bir benzerlik olmalıdır.

6. İlişki Kurma
İki kavram arasındaki ilgiden üçüncü bir hüküm çıkarma durumudur. Genellikle kavramlar arasında ilişki kurulduğu için bu adla verilir.

SÖZCÜK TÜRLERİ

Sözcükler tür bakımından üç ana gruba ve sekiz ayrı türe ayrılır:
a. İsim Soylu Sözcükler : İsim, sıfat, zamir, zarf
b. Edat Soylu Sözcükler : Edat, bağlaç, ünlem
c. Fiiller

A – İSİM SOYLU SÖZCÜKLER

İSİM (AD)
Varlıkları, kavramları karşılayan sözcüklerdir. İsimlerle, karşıladıkları kavram ve nesneler arasında çok sıkı bir ilgi vardır. Bunlar daima birbirlerini çağrıştırır. Örneğin “kitap” sözü aklımızda hemen varlık olarak “kitap” nesnesini canlandırır. Ya da bir kitabı gördüğümüzde zihnimize hemen onu karşılayan isim gelir. Kavramlar için ise bu kadar belirgin bir ilişkinin varlığını söyleyemeyiz. Örneğin “dert” dendiğinde aklımızda bir nesne canlanmaz; ancak bunun insanı sıkıntıya sokan bir durum olduğu zihnimizde belirir.
İsim değişik yönlerden incelenir.
Varlıklara Verilişlerine Göre:
a. Cins İsmi : Aynı türden varlıkları karşılayan isimlerdir. Bu varlıkların benzerleri etrafta çoktur: ağaç, top, kitap vs.
b. Özel İsim : Tek olan, tam bir benzeri bulunmayan varlıkları karşılayan isimlerdir.
Yer adları (Samsun, Uludağ…)
Kişi adları (Ahmet, Mustafa…)
Ülke adları (Pakistan, Şili)
Kitap, dergi, gazete adları (Yaban, Tanin…)
Kurum adları (Marmara Üniversitesi, Kızılay)
Dil adları (Türkçe, İngilizce…)
Din ve mezhep adları (İslamiyet, Ortodoks…)
Hayvanlara verilen adlar (Boncuk, Tekir…)
Bir isim, her zaman cins ismi olmayacağı gibi her zaman özel isim de olmaz.
“Mevsimlerden baharı severim.” derken “bahar” cins ismidir. Ancak;
“Bugün Bahar sınıfta yoktu.” cümlesinde bu isim bir kişi adı olmuş ve özel isim haline gelmiş. Elbette bunun tersi de olabilir.
“Uzaydan Dünya’nın resmini çekmişler.”
cümlesinde “Dünya” özel bir isimdir. Çünkü bir gezegeni karşılar. Ancak;
“Dün, seni, dünyayı dolaştım, bulamadım.” cümlesinde “dünya” çok yer gezmek anlamında mecaz bir anlama gelmiş ve cins ismi olmuştur.
Not : Özel isimlerin baş harfleri daima büyük harfle yazılır.
Karşıladığı Varlığın Sayısına Göre:
a. Tekil İsim : Sayıca tek bir varlığı karşılayan isimlerdir: Kalem, silgi, ev…
b. Çoğul İsim : Sayıca birden çok varlığı karşılayan isimlerdir. İsimlere (-ler, -lar) eki getirilerek yapılır: Ağaçlar, evler, kitaplar…
c. Topluluk İsmi : Çoğul eki almadan birçok varlığı karşılayan isimlerdir: Toplum, halk, millet, ordu, bölük, sürü…
Topluluk isimleri de çoğul eki alabilir. Bu durumda grupların çoğulu bildirilmiş olur. Örneğin “Dünya milletlerinin yakınlaşması gerekir.” derken kendi içinde bir grup oluşturan “millet” sözüyle birden fazla grup anlatılmış olur.
İsimleri ayrıca somut ve soyut oluşlarına göre de gruplandırabiliriz. Ancak daha önce soyut, somut anlamı açıkladığımızdan, burada ayrıca üzerinde durmayacağız. Somut anlamlı olan “masa” sözcüğünün somut; soyut anlamlı olan “neşe” sözcüğünün soyut isim olduğunu bilmeliyiz.

SIFAT (ÖNAD)
İsimleri niteleyen ya da belirten sözcüklerdir.
Sıfatlar ancak varlıklarla ortaya çıkar. Bu nedenle tek başlarına kullanılamaz. Sıfat olarak kullanılan çoğu sözcük bazen bir kavramın karşılığıdır. Örneğin “mavi”, bir renk ismidir, “iki”, bir sayı ismidir. Ancak bu sözcükler isimlerin özelliklerini bildirecek duruma gelirse sıfat olur. Yani;
“Mavi gözlerine bayıldım.” cümlesinde “mavi” göz isminin rengini bildirdiğinden sıfattır. Ya da “iki” sözü; “İki kalemi vardı.” cümlesinde kalemlerin sayısını bildirdiğinden sıfat olmuştur.
Ancak sıfatın mutlaka isimden önce gelmesi gerekmez. Bazen bir ismin niteliğini bildirmesine rağmen isimden önce gelmediği de olur.
“Elinde güzel bir çiçek vardı.” cümlesinde “güzel” sözü isimden önce gelerek onun sıfatı olmuş. Biz aynı cümleyi;
“Elindeki çiçek güzeldi.” diye de söyleyebiliriz. Bu durumda “güzel” sözü yine çiçeğin bir niteliğini bildirir. Öyleyse yine sıfat görevindedir.
Bu genel bilgilerden sonra, şimdi de sıfatların çeşitlerini görelim.

a. Niteleme sıfatları
Varlıkların yapısal özelliklerini ortaya koyan sıfatlardır. Bunlar varlığın nasıl olduğunu bildirir ve isme sorulan “nasıl” sorusuna cevap verir.
“Kurumuş yapraklar yere döküldü.” cümlesindeki altı çizili sözcük, yaprağın nasıl olduğunu yani niteliğini bildiriyor. İsme “Nasıl yapraklar?” diye sorarsak cevap olarak “kurumuş” sözünün geldiğini görürüz.

b. Belirtme sıfatları
Varlıkların diğer varlıklarla ilgileri sonucunda aldığı özellikleri belirten sıfatlardır. Kendi arasında dört gruba ayrılır.

İşaret Sıfatı: Varlıkların bulunduğu yerleri gösteren sıfatlardır. Söyleyen kişinin, sözünü ettiği nesneye uzaklığına göre değişir.
“Bu evi biz aldık.” cümlesinde evin yakın olduğu;
“Şu evi biz aldık.” cümlesinde biraz uzak;
“O evi biz aldık.” cümlesinde çok uzak ya da, sözü edilen bir evin olduğu anlaşılır. Bu cümlelerde altı çizili sözcükler işaret sıfatıdır. Bu tür sıfatlar isme “hangi” sorusunun sorulmasıyla bulunur. “Hangi ev?”, “ “Bu ev” gibi…
Bazı işaret sıfatları ise yer bildirir. Bunlar çoğu zaman “-ki” ekini alarak kullanılır.
Buradaki evi biz aldık.
Şuradaki evi biz aldık.
Oradaki evi biz aldık.
cümlelerinde bulunan altı çizili sözcükler yer bildiren işaret sıfatlarıdır. Bunların dışında; öteki sokak, beriki ağaç gibi yer bildiren sıfatlar da vardır.

Sayı Sıfatları : İsimlerin sayısal özelliklerini bildiren sıfatlardır. Birkaç türü vardır.
Sınıfta yedi öğrenci vardı.
Asıl sayı
sıfatı
Yedinci öğrenci gelsin.
Sıra sayı
sıfatı
Yedişer kişi geldi.
Üleştirme
sayı sıfatı
Yedi de bir ihtimal var.
Kesir sayı
sıfatı
Çeyrek ekmek aldı.
Kesir sayı
sıfatı
Bunların dışında bazı kaynakların topluluk sayı sıfatı diye adlandırdığı, ikiz çocuk gibi sıfatlar da vardır.

Belgisiz Sıfat : İsimlerin nicelik yönüyle belirsizliklerini ifade eden sıfatlardır.
Bazı konularda bilgisi yoktur.
Birtakım yanlış fikirleri vardı.
Hiçbir öğrenci gelmemişti.
Bütün kitapları aldı.
Her yer tertemizdi.
Bir gün bu iyiliğinizi ödeyeceğim.
cümlelerinde altı çizili sözcükler belgisiz sıfatlardır. İsimleri sayıca az çok belli etmişler ancak tam bir özellik bildirmemişlerdir.

Soru Sıfatı : İsimlerin niteliğini, herhangi bir özelliğini soran sıfatlardır. Bu sözcüklerin yerine konan sözcükler de sıfattır.
Nasıl filmleri seversin?
Kaçar lira ayırmamız gerekiyor?
Hangi soruyu çözemedi?

Adlaşmış Sıfat
Bazen kişinin tam olarak bilinmediği ya da niteliğinin vurgulanmak istendiği durumlarda isim söylenmeyip sıfat, ismin yerine geçirilebilir. Bu tür sözcüklere adlaşmış sıfat denir. Adlaşmış sıfatlar niteleme sıfatlarıyla yapılır.
“Korkak insanların kendine güveni yoktur.”
cümlesinde niteleme sıfatı olan “Korkak” sözcüğü,
“Korkakların kendine güveni yoktur.”
cümlesinde “insanlar” isminin düşmesiyle adlaşmış sıfat olmuştur.
Adlaşmış sıfat olan sözcükten sonra bir isim gelirse, anlam karışıklığını önlemek için iki sözcük arasına virgül (,) konur.
İhtiyar, adamlara şöyle bir baktı.
İhtiyar adamlara şöyle bir baktı.
Not : Sıfatla, onun nitelediği isim arasına hiçbir noktalama işareti konmaz.

ZAMİR (ADIL)
İsim olmadıkları halde isim gibi kullanılan bu sözcüklere zamir diyoruz. Cümle içinde zamirin karşıladığı isim ya da söz öbeği bilinmiyorsa, cümle belirsiz bir anlam taşır.

Zamirler değişik bölümlere ayrılır. Bunları şu şekilde sıralayabiliriz:
Şahıs zamirleri
Dönüşlülük zamiri
İşaret zamirleri
Belgisiz zamirler
Soru zamirleri
Şimdi bunları tek tek inceleyelim.

1. Şahıs (kişi) Zamirleri Şahıs isimlerinin yerine geçen zamirlerdir. Dilimizde altı şahıs olduğuna göre altı tane şahıs zamiri var demektir.
Ben biliyorum.
Sen biliyorsun.
O biliyor.
Biz biliyoruz
Siz biliyorsunuz.
Onlar biliyorlar.

2. Dönüşlülük Zamiri
Bu zamir “kendi” sözcüğüdür. Şahıs isimlerinin yerine geçebileceği gibi hayvan isimlerinin ya da cansız varlıkların isimlerinin yerine de geçebilir. Çoğu zaman ek alarak kullanılır.
Kendim Kendimiz
Kendin Kendiniz
Kendi Kendileri
Bu sözcüklerdeki altı çizili ekler dönüşlülük zamirinin hangi şahsı ifade ettiğini gösterir.
Dönüşlülük zamirinin en önemli özelliği, diğer zamirlerle beraber kullanılabilmesidir. Böyle durumlarda zamir, pekiştirme anlamı taşır.
“Bu soruyu ben kendim çözdüm.”
cümlesinde hem “ben” hem “kendim” zamirleri kullanılmış; böylece “ben” zamirinin anlamı kuvvetlenmiş.

3. İşaret Zamirleri
İsimleri, yerlerini işaret ederek karşılayan zamirlerdir. Bunlar işaret sıfatının zamirleşmesiyle oluşmuştur.
Bu geldi. Bunlar alındı.
Şu satıldı. Şunlar çağırdı.
O gidecek. Onlar beğenildi.
cümlelerinde altı çizili sözcükler işaret zamirleridir. Burada üçüncü tekil şahıs için kullanılan “o” zamiriyle, işaret zamiri olan “o” zamirini karıştırmayalım. Şahıs zamirleri sadece şahıslarda kullanılır.
“O, ders çalışıyor.” cümlesinde şahıs zamiri olan “o” sözü “O, demirden yapılmış.” cümlesinde insan olamayacağından işaret zamiri olmuştur.
Ancak işaret zamirleri insanlar için de kullanılabilir.
“Bu benim kardeşim, şu da onun arkadaşı.”
cümlesinde altı çizili zamirler işaret zamiri oldukları halde şahıs isimlerinin yerlerine geçmiş. Bu durumda “o” işaret zamirinin de insanı karşılayacağı düşünülebilir. Örneğin sınıfta işaret ederek,
“Bu, tembel; şu, biraz çalışkan; o, sınıfın en iyisi.”
dersek “o” işaret zamiridir. Çünkü “o” şahıs zamiri sözü edilen kişinin yanımızda olmadığı yani bizim onu görmediğimiz durumlarda kullanılır.
Bunların dışında işaret bildiren başka zamirler de vardır. Ancak bunların yapısı biraz farklıdır.
Burası eskiden boştu.
Şurası sizin ev miydi?
Orası pek hoşuma gitmedi.
Buraları bize aitti.
Şuraları temizleyin.
Oraları unuttum bile ben.
cümlelerinde altı çizili sözcükler de işaret zamirleridir. Bunların dışında,
“Bu kitap benim, öteki senin.”
cümlesindeki altı çizili zamir gibi daha birkaç işaret zamiri de vardır.

4. Belgisiz Zamirler
İsimleri, tam olarak belli olmayan bir nicelik yönünden belirten belgisiz sıfatlar, isimler düşünce onları karşılar ve belgisiz zamir olur.
“Bazı insanlar çalışkandır.” cümlesinde altı çizili sıfat;
“Bazıları çalışkandır.” cümlesinde zamir olur. Çünkü “insanlar” isminin yerine geçer. Bunu birkaç örnekte daha gösterelim.
Birçok öğrenci bu konuyu bilmez.
sıfat
Birçoğu bu konuyu bilmez.
zamir
Hiçbir kalemi beğenmedim.
sıfat
Hiçbirini beğenmedim.
zamir
Birkaç yaşlı parkta oturuyordu.
sıfat
Birkaçı parkta oturuyordu.
zamir
Sıfat olarak kullanılmayan belgisiz zamirler de vardır:
Herkes senin burada olduğunu sanıyordu.
Kimse ben haber vermeden içeri girmesin.
Hepsi de çok ucuz fiyata satılmış.
Bu cümlelerdeki altı çizili sözcükler sadece zamir olarak kullanılabilir.

5. Soru Zamirleri
İsimlerin yerlerine soru yoluyla geçen sözcüklerdir. Bu sözcüklerin yerine, sorduğu isimler getirilebilir.
“Bu çiçeği sana arkadaşından başka kim getirir?”
cümlesinde altı çizili söz, çiçeği getiren kişinin isminin yerine kullanılmıştır. Bu kişinin ismini “kim” zamirinin yerine koyabiliriz.
Çarşıdan ne aldın?
Nerede oturuyorsunuz?
Hangisi önce geldi?
Kaçı bizimle gelecek?
Zamirler, kendileri gibi ismin yerine geçen adlaşmış sıfatlarla karıştırılmamalıdır. Bunların ikisi de ismin yerine geçiyor. Ancak zamirler isimlerin herhangi bir niteliğini bildirmediği halde adlaşmış sıfatlar ismi niteliğiyle beraber karşılar.
Bu kadın dün de gelmişti.
Yaşlı kadın dün de gelmişti.
Bu cümlelerde altı çizili sözlerin ikisi de sıfattır. Birincisi işaret sıfatı, ikincisi ise niteleme sıfatıdır. Bu sıfatların belirttiği “kadın” isimleri cümleden çıkarılırsa,
“Bu dün de gelmişti.”
“Yaşlı dün de gelmişti.”
şekline gelen cümlelerde altı çizili sözler ismin yerine geçmişlerdir. Bu sözcüklerin anlamlarına baktığımızda “bu” sözcüğünün, yerine geçtiği ismin niteliğini bildirmediğini, “yaşlı” sözcüğünün ise bildirdiğini görüyoruz. Öyleyse birincisi zamir, ikincisi adlaşmış sıfattır.

ZARF (BELİRTEÇ)
İsimlerin varlıkları ya da kavramları karşıladığını, fiillerin ise hareketleri, oluşları karşıladığını belirtmiştik. Varlıkların nasıl belli nitelikleri varsa, fiillerin de belli nitelikleri vardır. İsmin niteliğini bildiren sözcüklere sıfat demiştik. Fiillerin niteliğini bildiren sözcüklere de zarf diyoruz.
“Güzel bir evde oturmak istiyorum.” cümlesinde “güzel” sözcüğü “ev” isminin niteliğini bildiriyor, onun nasıl olduğunu açıklıyor. Öyle ise bu sözcük sıfat görevindedir.
Aynı sözcük;
“Bu ev uzaktan daha güzel görünüyordu.” cümlesinde “görünmek” fiilinin nasıl olduğunu bildiriyor. İşte bu durumda “güzel” sözü zarftır.
Kısaca zarflar fiillerle ilgili sözcüklerdir. Bunun dışında, sıfatın, adlaşmış sıfatın veya başka bir zarfın derecesini bildiren zarflar da vardır.

1. Durum Zarfları
Fiilin durumunu yani nasıl yapıldığını bildiren sözcüklerdir. Fiile sorulan “nasıl” sorusuna cevap verir.
O, hızlı koşardı. (Nasıl koşardı?)
Çok tatlı gülümsüyor. (Nasıl gülümsüyor?)
Bu günler zor geçecek. (Nasıl geçecek?)
cümlelerinde altı çizili sözler durum bildiren zarflardır. Bu sözcüklerden sonra isim gelseydi sözcükler sıfat olacaktı.
Zarfın mutlaka fiillerden önce gelmesi şart değildir. Zarfla fiil arasına başka sözcükler girebilir.
“Dışarıdan kesik kesik köpek havlamaları geliyordu.”
cümlesinde “kesik kesik” zarfıyla onun nitelediği fiil arasına başka öğe girmiştir. Elbette bu zarfın özelliğini değiştirmez.

2. Zaman Zarfı
Fiilin ne zaman yapıldığını bildiren sözcüklerdir. Fiile sorulan “ne zaman” sorusuna cevap verir.
Tatilden dün dönmüşler.
Akşama bizde toplanıyoruz.
Artık buradan gitmelisin.
cümlelerinde altı çizili sözcükler fiilin zamanını bildirdiklerinden zarf görevindedirler.

3. Yer – Yön Zarfı
Fiilin yöneldiği yeri bildiren sözcüklerdir. Fiile sorulan “nereye” sorusuna cevap verir ve ek almaz. Bu tür zarfların sayısı bellidir.
“Yukarı çık, ben de geliyorum.” cümlesinde, fiile “Nereye çık?” diye sorarsak, “yukarı” cevabı gelir. Ek de olmadığına göre yer – yön zarfıdır. Eğer cümle “Yukarıya çık.” şeklinde olsaydı, sözcük isim görevinde kullanılmış olacaktı.
Aşağı indi. Öte gitti.
Geri geldi. Beri geldi.
İleri gitti. Dışarı çıktı.
İçeri girdi.
cümlelerinde altı çizili sözcükler yer zarflarıdır.

4. Azlık – Çokluk (Miktar) Zarfları
Zarflar içinde çok değişik özellikler gösteren sözcüklerdir bunlar. Fiilin, sıfatın, zarfın, adlaşmış sıfatın miktarlarını bildirebilen geniş bir kullanım alanına sahiptir. Bu zarflar “ne kadar” sorusuna cevap verir.
“Pastadan biraz alabilir miyim?”
cümlesinde “alabilir miyim” fiiline “Ne kadar” sorusunu sorarsak “biraz” cevabı gelir. İşte fiilin miktarını bildiren bu sözcük zarftır.
Bu tür zarflar sıfata sorulan “ne kadar” sorusuna da cevap verebilir.

Örneğin;
“Çok güzel bir kitaptı.” cümlesinde “kitap” isimdir. “Nasıl kitap?” diye sorarsak “güzel” sıfatı cevap verir. “Ne kadar güzel?” diye sorarsak “çok” cevabı gelir. İşte sıfatın derecesini bildiren “çok” sözcüğü zarftır. Çünkü burada çok olan güzelliktir.
Bu tür zarflar, başka bir zarfın derecesini de bildirebilir. Bu durumda zarfa sorulan “ne kadar” sorusuna cevap verir.
“Çok hızlı koşuyor.” cümlesinde “koşuyor” fiildir. “Nasıl koşuyor?” diye sorarsak “hızlı” zarfını buluruz. “Ne kadar hızlı?” diye sorduğumuzda ise “çok” cevabı gelir. Zarfın derecesini bildiren bu sözcüğe de zarf diyoruz.
Bunlar adlaşmış sıfatların da derecelerini bildirebilir.
“Bu plan en yaşlılar da göz önüne alınarak hazırlandı.”
cümlesinde “yaşlılar” adlaşmış sıfattır. Buna “Ne kadar yaşlı?” diye sorarsak “en yaşlılar” cevabı gelir. Yaşlıların derecesini bildiren “en” sözü zarftır. Örnekleri çoğaltalım.
O, bu derse pek çalışmadı. (Fiilin zarfı)
Pek sağlam bir ayakkabıya benzemiyor. (Sıfatın zarfı)
Pek akıllısın sen de! (Adlaşmış sıfatın zarfı)
“Ne kadar” sorusu elbette sadece zarfı buldurmaz.
“Fazla mal göz çıkarmaz.” cümlesinde altı çizili sözcük “mal” isminin miktarını bildirdiği için sıfattır. Çünkü isimlerin zarfı olmaz.
“Bu kadar çok arabayı nasıl taşıyor bu köprü?” derken “çok” sözü “araba” isminin sıfatı, “bu kadar” sözü de “çok” sıfatının zarfıdır.
Bazen cümlede birden fazla zarfın veya sıfatın olması, aklımızı karıştırabilir.
“Sevimli , sarışın bir çocuk içeri girdi.” cümlesinde “çocuk” isim, “sarışın” sıfat, “sevimli” sıfattan önce geldiği için zarfttır, gibi bir yanlış düşünceye kapılmayalım. Bir sözcüğün, zarfın ya da sıfatın zarfı olması sadece “ne kadar” sorusuna cevap vermesiyle, yani derece bildirmesiyle mümkündür. Bu cümlede ise altı çizili bütün sözcükler ismin sıfatlarıdır.

5. Soru Zarfı
Cümlelerde zarfları bulmak için kullandığımız sorular vardı. Bunların hepsi – nereye hariç – soru zarflarıdır.
Nasıl bu kadar güzel konuşuyor?
Gittiği yerden ne zaman dönecek?
Ne kadar hızlı yüzüyor?
Neden söz vermesine rağmen gelmiyor?
Ne gülüp duruyorsun iki saattir?
cümlelerinde altı çizili sözcüklerin hepsi soru zarfıdır.

İSİM ÇEKİM EKLERİ
İsim soylu sözcüklere gelerek onlara cümlede görev ve anlam kazandıran eklerdir. Sadece isimlerle ilgili olmayıp zamir, sıfat ve zarflarla da ilgili olduğundan isim soylu sözcüklerin sonunda işledik. Bu ekleri şöyle gösterebiliriz.
Çokluk eki
Hal ekleri
Eşitlik eki
İyelik eki
İlgi eki
A. ÇOKLUK EKİ
Asıl işlevi isimlerin sayı bakımından çokluğunu bildirmektir.
Kalemler , çantalar , defterler alındı.

B. HAL EKLERİ
İsim soylu sözcüklere gelerek onların yüklemle ya da diğer sözcüklerle ilgilerini sağlayan eklerdir. Bunları şu şekilde inceleyebiliriz.

1. – i hal eki (yükleme hali)
“Ev – i gördüm.”
“Odun – u yardım.” cümlelerinde kullanılan eklerdir. Fiilin neyi etkilediğini gösterir. Fiile sorulan “kimi, neyi” sorularına cevap verir.

2. – e hal eki (yönelme hali)
“Eve gitti.” cümlesinde yer bildirir.
“Yaza gelecekler.” cümlesinde zaman bildirir; zarf yapar.
“Beş bin liraya aldım.” cümlesinde miktar bildirerek zarf yapar.
“Başbaşa resim çektirmişler.” cümlesinde durum bildirerek zarf yapmış.
Bu ek “ben” ve “sen” şahıs zamirlerine geldiğinde, zamirlerin yapısını değiştirir ve onları “bana”, “sana” şekline çevirir.
Bu eki,
“Haberi duyunca koşa koşa olay yerine geldi.”
“Elindeki taşları oraya buraya rastgele atıyordu.”
“Saat üçü beş geçe istasyonda buluşacağız.” cümlelerinde altı çizili eklerle karıştırmayalım. “-e” hal eki fiillerin kök ya da gövdelerine eklenmez.

3. – de hal eki (bulunma hali)
“Evde bekliyor.” cümlesinde yer bildirir.
“Ayakta bekliyor.” cümlesinde durum bildirerek zarf yapmış.
“3’te gelecek.” cümlesinde zaman bildirerek zarf yapmış.
“Onlar gözde insanlar.” cümlesinde eklendiği sözcüğün anlamını değiştirmiş ve sıfat yapmış. Elbette bu durumda yapım eki olmuş.
“Buralarda saz boyunda otlar biter.” cümlesinde sıfat yapmış ancak yapım eki olmamış.

4. – den hali (çıkma durumu)
“Evden çıktı.” cümlesinde yer bildirmiş.
“Akşamdan gidelim.” cümlesinde zaman bildirmiş.
“Sıradan insanlardı onlar.” cümlesinde eklendiği sözcüğün anlamını değiştirerek sıfat yapmış ve yapım eki olmuş.
“Senden iyi arkadaş bulamam.” cümlesinde karşılaştırma bildirmiş.
“Sıkıntıdan tırnaklarını yerdi.” cümlesinde neden bildirmiş.
“Her taraf kağıttan uçaklarla doluydu.” cümlesinde bir şeyin neyden yapıldığını göstermiş.
“Birden ayağa fırladı.” cümlesinde durum bildirmiş. Bu tür örnekler çoğaltılabilir. Önemli olan, eklerin cümle içindeki anlamını kavramaktır.

C. EŞİTLİK EKİ
İsim soylu sözcüklere gelip onlara değişik anlamlar katan ve anlama bağlı olarak onları sıfat, zarf yapan – ce , -ca (-çe, -ça) ekleridir.
Böyle çocukça davranmamalısın. (benzerlik)
Sınıfça geziye gittik. (topluluk)
Kiloca o daha şişmandı. (karşılaştırma)
Bence bu kazak daha güzel. (kanaat)
Çocuğu iyice dövmüşler. (pekiştirme)
Onca işim arasında seni mi düşüneyim? (derecelendirme)
Bu ve buna benzer anlamlar katan eşitlik eki ayrıca sözcüğün görevini de değiştirir. Birinci cümledeki “çocukça” sözü zarftır. Ancak bu sözcük eşitlik eki almadan çocuk ismini karşılar. Ek alınca türü değişmiştir.

D.İYELİK EKİ
Eklendiği ismin bir şahsa ya da nesneye ait olduğunu gösteren ektir. Aitlik ilgisini, kendinden önceki bir sözcüğe ya da söz öbeğine bağlayarak bildirir. Altı şahsa göre çekimlenir.defter – im
silgi – m
defter – in
silgi – n
defter – i
silgi – si
defter – imiz
silgi – miz
defter – iniz
silgi – niz
defter – leri
silgi – leriİki ayrı sözcük üzerinde gösterdiğimiz ekler iyelik ekleridir. Görüldüğü gibi eklendiği isimlerin kime ait olduğunu bildiriyorlar.
İyelik eklerinin değişik işlevleri vardır. Bunlardan önemli olanları açıklayalım.
Belgisiz sıfatların, belgisiz zamir durumuna dönüşmeleri sırasında, düşen ismin yerine iyelik eki getirilir.
Bazı öğrenciler gelmedi.
Bazıları gelmedi.
Yer bildiren zamirlerde kullanılır.
Burası çok sıcak.
İsim tamlaması yapar. Bunu birazdan ayrıntılarıyla açıklayacağız.
Sıfat görevinde bulunan bazı sözcüklerde bulunur. Ancak bu durumda iyelik eki olma özelliğini tamamen kaybeder:
Güzelim memleketi ne hale getirdiler.
O canım ağaçları kesmişler.
İyelik eklerini benzer eklerle karıştırmamak gerekir.
Kitab – ı geri verdim.
Kitab – ı çok değerlidir onun.
cümlelerinde altı çizili eklerin şekil olarak aynı olduklarını görüyoruz. Bunlardan hangisinin iyelik eki olduğunu hangisinin olmadığını anlamak için sözcüğe “kimin” sorusunu soralım. İyelik ekleri aitlik bildirdiğinden bu soruya cevap verecektir. Buna göre “Kimin kitabı?” diye sorduğumuzda ikinci cümlenin cevap verdiğini ve “Onun kitabı kayboldu.” şeklinde söylenebildiğini görüyoruz. Öyleyse “- ı” eki ikinci cümlede iyelik eki, birinci cümlede ise “Neyi aldı?” sorusuna cevap verdiğinden “-i” hal eki olarak kullanılmıştır.
Öğretmenim beni severdi.
Öğretmenim artık ben de.
cümlelerinde de benzer ekleri görüyoruz. Hangisinin iyelik eki olduğunu aynı yöntemle bulalım. “Kimin öğretmeni?” sorusuna sadece birinci cümle cevap verir ve “Benim öğretmenim.” şeklinde söylenebilir. İkinci cümle ise öğretmen isminin ait olduğu kişiyi bildirmez. Bu cümleyi ancak “Ben öğretmenim.” şeklinde söyleyebiliriz; aitlik değil oluş bildirir. Bu anlamı veren eki ileride “ekeylem” olarak inceleyeceğiz.

E. TAMLAYAN EKİ
İyelik ekiyle çok sıkı biçimde ilgisi olan bir ektir. Eklendiği isme ait olan başka bir sözün varlığını gösterir. Bağlı olduğu isim ilgi ekli isimden sonra gelir.
Ben – im kitabım
Sen – in kitabın
O – nun kitabı
Biz – im kitabımız
Siz – in kitabınız
Onlar -ın kitapları
zamirlerde bulunan ve ayrı olarak gösterdiğimiz ekler ilgi ekleridir. İlgi ekli zamire ait olan “kitap” isminin ise iyelik eki aldığını görürüz. O yüzden bir sözcükte ilgi eki varsa, bu eke bağlı, iyelik ekli bir sözcük, gizli ya da açık, mutlaka vardır.

İSİM TAMLAMALARI
Bir ismin aitlik ilgisi bakımından daha belirli hale gelmesi için başka bir isim tarafından tamlanmasıyla meydana gelen söz öbeğine denir.
“… camı kırıldı.” cümlesine baktığımızda aklımıza hemen “Neyin camı?” sorusu geliyor. Demek ki bu cümlede camın nereye ait olduğu belli değil.
Bu cümleyi,
“Arabanın camı kırıldı.” şeklinde söylersek aitlik ilgisi tamamlanmış olur. Bu şekilde oluşan söz öbeğine de isim tamlaması denir. İsim tamlamasında birinci isme “tamlayan”, ikinci isme “tamlanan” adı verilir.
İsim tamlamaları dört grupta incelenir.

1. Belirtili isim Tamlaması
Tamlayanın ilgi, tamlananın iyelik eki aldığı tamlamalardır. Bu tür tamlamalarda son derece kuvvetli bir aitlik ilgisi vardır.
“Çiçeklerin kokusu etrafa yayıldı.”
cümlesinde altı çizili söz öbeği bir belirtili isim tamlamasıdır.
“- den” hal eki tamlayanda kullanılan ilgi ekinin yerine geçerek belirtili isim tamlaması kurabilir.
“Öğrencilerden ikisi burada beklesin, diğerleri bizimle gelsin.” cümlesinde “öğrencilerden ikisi” sözü belirtili isim tamlamasıdır. Biz bunu “öğrencilerin ikisi” biçiminde de söyleyebiliriz.
Bir tamlayan birden fazla tamlanana bağlanabileceği gibi, bir tamlanan birden fazla tamlayana da bağlanabilir.
“Ağaçların yaprakları, dalları, gövdesi öyle görkemliydi ki….”
cümlesinde “ağaçların” tamlayan; “yaprakları, dalları, gövdesi” tamlanandır.
“Kırların, çiçeklerin, kuşların, böceklerin neşesi hepimizi coşturmuştu.” cümlesinde “kırların, çiçeklerin, kuşların, böceklerin” tamlayan; “neşesi” tamlanandır.
Bu tür tamlamalar belirtili isim tamlaması sayılır.

2. Belirtisiz İsim Tamlaması
Tamlayanın ilgi eki almayıp tamlananın iyelik eki aldığı tamlamalardır. Bu tür tamlamalarda bir ismin başka bir isme aitliğinden çok bir nesne ya da kavram ismi oluşturmak esastır.
“Ayakkabının bağını alabilir miyim?”
cümlesindeki “ayakkabının bağı” tamlaması belirtilidir ve belli bir ayakkabıya ait olan bir bağdan söz etmektedir. Biz bu tamlamayı “ayakkabı bağı” şeklinde söylersek yani “- nın” ekini kaldırırsak tamlama belirtisiz olur. Bu durumda belli bir ayakkabıya ait olan bir bağdan değil de bir bağ türünden söz edilmiştir. Bu özelliğinden dolayı tamlayanla tamlanan arasına başka bir öğe giremez.

3. Takısız İsim Tamlaması
Takısız isim tamlamalarında tamlayan ilgi eki almadığı gibi tamlanan da iyelik eki almaz. Bunlar anlamlarına göre iki gruba ayrılır.

a. Bir şeyin neyden yapıldığını gösterir.
“Demir kapı gıcırdayarak örtüldü.”
cümlesindeki “demir kapı” sözü kapının demirden yapıldığını gösterir. “Porselen vazo”, “taş duvar”, “çelik kasa” tamlamaları da bunlara örnektir.

b. Bir şeyin neye benzediğini bildirir.
“Menekşe gözlere bayıldım.” sözünde “Menekşe gözler” buna örnektir ve “gözün menekşeye benzediğini” bildirir. Aslında “menekşe” bir çiçek ismidir, burada da bir çiçek olma özelliğini kaybetmemiştir. Aşağıdaki tamlamalar da buna benzer.
“Aslan askerler geldi.”
“Gül yanağa vuruldum.”

4. Zincirleme İsim Tamlaması
Tamlayanın, tamlananın veya her ikisinin kendi içinde başka bir isim tamlaması olduğu söz öbekleridir.
“Macera romanlarının okuyucusu çoktur.” cümlesinde “macera romanları” belirtisiz isim tamlamasıdır. Bu tamlamaya “-nın” ilgi eki eklenmiş ve tamlama “okuyucusu” tamlananına bağlanmış. Böylece iki tamlama iç içe girmiş ve zincirleme isim tamlaması olmuştur.

SIFAT TAMLAMASI
Bir ismin, bir veya daha fazla sıfat tarafından nitelendiği ya da belirtildiği söz öbeklerine denir. Tamlamada sıfat daima isimden önce gelir.
“Yeşil gözleri beni derinden etkiledi.” cümlesinde “göz” isim, “yeşil” sıfattır.
“O tatlı, yeşil gözler beni derinden etkiledi.” şeklinde söylersek , bu durumda “göz” isminin, “o”, “tatlı”, “yeşil” sıfatları tarafından belirtildiğini ve nitelendiğini görürüz.

Sıfat Grubu (Bileşik Sıfat)
Sıfat görevinde bulunan söz öbeği kendi içinde isim tamlaması, sıfat tamlaması, ikileme, pekiştirilmiş sıfat, derecelendirilmiş sıfat gibi özellikler taşıyorsa, bu sıfata “bileşik sıfat” ya da “sıfat grubu” denir.
“Uzun boylu bir öğrenci seni sordu.”
cümlesinde altı çizili söz “öğrenci” isminin sıfatıdır. Bu sıfatı incelediğimizde “uzun boy” sıfat tamlamasına “- lu” eki getirilerek yeni bir sıfat oluşturulduğunu görürüz. Buna bileşik sıfat denir.
Bazen bu tür bileşik sıfatlarda isimle sıfatın yeri değiştirilip isme bir iyelik eki eklenir. Bu durumda sıfat “boyu uzun” biçiminde söylenir. Buna iyelik ekli sıfat grubu denir.
“El işi örtüyü masaya serdiler.”
cümlesinde “el işi” tamlaması belirtisiz bir isim tamlamasıdır ve “örtü” isminin sıfatı olarak kullanılmıştır. Bu da bileşik sıfattır.
Aşağıdaki altı çizili sözler de bileşik sıfat sayılır.
“Çok çalışkan bir kadındır o.”
“Güzel mi güzel bir şiir yazmış.”
“İrili ufaklı evler dağın yamacına dizilmişti.”
“Roman daha etkili bir türdür.”

EKLER VE SÖZCÜK YAPISI

EKLER
Sözcüklerin kök veya gövdelerine gelerek onların cümledeki görevlerini belirleyen, onlara değişik anlamlar katan ya da onlardan yeni sözcükler türeten ses veya ses bileşimlerine ek denir.
Bunlardan çekim eklerini daha önce gördüğümüz için yapım ekleri üzerinde duracağız.

Yapım Ekleri
İsim ve fiillerin kök veya gövdelerine gelerek onlardan başka isim ya da fiil türeten eklerdir.
Burada kök sözünü de açıklamakta fayda var.

Kök
Bir sözcüğün anlamı ve yapısı bozulmadan parçalanamayan en küçük parçasıdır. Köklerde yapım eki bulunmaz, ancak çekim eki bulunabilir.

Örneğin;
“Evimiz” sözünde “ev”; sözcüğün, anlamlı ve parçalanamayan en küçük parçasıdır. “-(i)-miz” eki iyelik ekidir; yani isim çekim ekidir. Öyleyse bu sözcük yapım eki almamıştır, kök halindedir.
Kökler iki türde bulunur; İsim kökleri ve Fiil kökleri. “Geldi” sözcüğündeki kök “gel-” fiil kökü; “sözlük” sözcüğünün kökü olan “söz” isim köküdür. Ancak bazen ses taklidi yoluyla oluşan yansıma kökler de vardır.

Örneğin;
“ağaçlık” sözcüğünün kökünü bulurken en anlamlı olarak gördüğümüz “ağ” sözünü kök olarak düşünebiliriz. Ancak “ağaçlık” sözüyle balık tutmakta kullanılan “ağ” sözünün herhangi bir anlam ilişkisi yoktur. Öyleyse bu sözcüğün kökü “ağ” olamaz. Ondan sonra “ağa” sözcüğünü görüyoruz. Yine “ağaçlık” sözüyle “ağa” sözcüğü arasında bir anlam ilgisi yoktur. Öyleyse bunu da kök olarak alamayız. Alabileceğimiz kök elbette “ağaç” köküdür. Buradan şu sonucu çıkarabiliriz; sözcüğün köküyle, ek aldıktan sonraki şekli arasında mutlaka bir anlam ilgisi olmalıdır.
Sözcüğün yapım eki aldıktan sonraki durumuna gövde denir.
Bir sözcük birden çok yapım eki alabilir. İlk yapım eki köke diğerleri gövdeye eklenir.

Çekim Ekiyle Yapım Ekinin Farkları:
Çekim ekleri eklendiği sözcüğün anlamında bir değişiklik yapmaz; yapım ekleri ise anlamı, köke bağlı olmak şartıyla, değiştirir.

Örneğin;
“Yolda bekliyor.” cümlesindeki “yol” sözü “geçilen yer” anlamındadır. “-de” hal ekini alarak “yolda” şekline geldiğinde de geçilen yer olma anlamı değişmemektedir.
“Yolcu bekliyor.” cümlesinde ise “geçilen yer” olan “yol” sözü “-cu” yapım ekini alarak bu anlamını yitirmiş “yoldan gelen” ya da “yola giden” kişi anlamına gelmiştir. Yani yolla bir anlam ilgisi vardır; ama yer ismi, kişinin niteliği anlamını ifade edecek hale gelmiştir.
Çekim ekleri bir sözcüğe yapım ekinden sonra eklenir. Yani önce yapım ekleri, sonra çekim ekleri gelir. İstisnaları olsa da bu genel bir kuraldır.
Ek ve kök hakkındaki bu genel bilgilerden sonra şimdi eklerin önemlileri üzerinde durabiliriz.

a. İsimden İsim Yapan Ekler
İsim kök veya gövdelerine gelerek onlardan yeni isimler türeten eklerdir. Ancak bu sözcükler sıfat, zarf gibi görevlerde de kullanılabilir.
Bu eklerden bazıları şunlardır:
“-lık – lik” eki
“Buraya bir odunluk yapmıştık.”
cümlesinde ek, “odunların koyulacağı yer” anlamında bir sözcük türetmiş.
“Pencereye güneşlik almamız gerekiyor.”
cümlesinde güneşten korunmak için kullanılan alet ismi yapmış.
“Sendeki bu gençlik bir gün gidecek.”
cümlesinde soyut bir isim yapmış.
“Kiralık ev arıyoruz.” cümlesinde “kiraya verilecek” anlamında sıfat yapmış.
“Benlik özenle korunmalıdır.”
cümlesinde zamire gelerek ondan soyut bir isim türetmiştir.
Yukarıdaki örnekte olduğu gibi bir ek eklendiği sözcüğe değişik anlamlar katabilir. Bundan sonraki ekleri cümle içinde gösterip geçeceğiz. Ne anlama geldiğini cümle içindeki kullanımlardan çıkarabilirsiniz.
“Artık biz de şehirli olduk.”
“Kimse evsiz yaşayamaz.”
“Her noktaya bir gözcü koyalım.”
“Bu yaz İngilizce kursuna gideceğim.”
“Gençleri çağdaş bir insan olarak yetiştirelim.”
“Yarışmada üçüncü olduğumu söylediler.”
“Her sınıftan üçer kişi gelsin.”
“O çocuksu gülüşüne bayılıyorum.”
“Bu yemeğin acımsı bir tadı var.”
“Onun kendine özgü bir anlatımı var.”
“Sen çok bencil birisin.”
“Şu gelen sarışın çocuğu tanıyor musun?”
“Seninle yaşıt olduğumu bilmiyordum.”
Bunların dışında, az da olsa, kullanılan isimden isim yapma ekleri de vardır. Önemli olan kök halindeki sözcüğü bulup eklerini inceleyebilmektir.
Küçültme eki olarak kullanılan “-cık, -cağız, -cak” eklerini kimi kaynaklar çekim eki olarak değerlendirir. Ancak sorulardan anladığımız kadarıyla bu ek yapım ekidir.
“Kış gününde bu incecik gömlekle gezilir mi?”
“Bu hayvancağız bu kadar yükü nasıl taşısın?”
cümlelerinde gördüğümüz bu ekin, acıma, pekiştirme, sevgi gibi birçok anlamlar taşıdığı görülür.
Küçültme eki eklendiği sözcükte bazen ses düşmesine, bazen ses türemesine sebep olabilir.
“Küçücük elleriyle öyle güzel resim yapıyordu ki!”
cümlesinde “küçük” sözü “-cik” ekini aldığında, sondaki “k” sesi düşüyor.
“minik ® minicik”
“ufak ® ufacık”
“yumuşak ® yumuşacık” sözcüklerinde de aynı özelliği görebiliriz.
Bazen de ses türemesi olabilir.
“Azıcık aşım, kaygısız başım.” atasözünde “az” sözcüğüne “-cık” ekini getirdiğimizde “azcık” olması gerekirken “azıcık” olmuş; yani arada bir “ı” sesi türemiş.
“Bu gencecik yaşında ne sıkıntılar çekti zavallı.”
cümlesinde ise ekten önce “e” sesinin türediğini görüyoruz.
Kimi sözcüklerde bu ek, fiilden sözcük türetmiş gibi görülebilir.

Örneğin;
“Bebek, etrafındakilere gülücükler yolluyordu.”
cümlesinde “gülücük” sözü sanki gülmek fiiline “-cik” eki getirilerek yapılmış; oysa sözcük aslında “gülüş-cük” şeklindeymiş, daha sonra “ş” düşerek “gülücük” olmuş.
Bazı durumlarda “-cık” eki küçültmeyle ilgisi olmayan, bir nesne, bir kavram adı da yapabilir.
“Onun bu yıl kulakçık ameliyatı olması gerekiyor.”
“Yaşlılıktan elmacık kemikleri dışarı çıkmış adamın.”
cümlelerinde bu ekin küçültme anlamından sıyrıldığını ve nesne ismi yaptığını görüyoruz.
Bazı isimden isim yapma ekleri de yansıma sözcüklere gelerek onlardan isim türetebilir.
“Bu gürültü nereden geliyor?”
cümlesinde “gürül” yansıma sözcüğü “-tü” eki alarak isim olmuştur.
“Dün geceki horultu kimden geliyordu öyle?”
“Bu mahallede fısıltı gazetesi iyi çalışıyor galiba.”
cümlelerinde altı çizili sözcükler yansımadan isim olan sözcüklerdir.

b. İsimden Fiil Yapan Ekler
İsim kök veya gövdelerine gelerek onlardan fiil türeten eklerdir.
“Bahçedeki çiçekleri suladı.”
cümlesindeki altı çizili sözü incelediğimizde “su” ismine getirilen “-la-” eki, ismi “sulamak” şeklinde bir fiile dönüştürmüştür.
İsimden fiil yapan önemli ekleri cümlelerde gösterelim.
“Yol, buradan sonra gittikçe daralıyor.”
“Yaşlı adam yerinden doğruldu.”
“Parmağu uzun süre kanadı.”
“Yaptığı fedakarlığı duyunca gözleri yaşardı.”
“Derste kulağıma bir şeyler fısıldadı, gitti.”
“Neden bu kadar geciktin?”
“Sıkıntılara dayanamayıp delirdi zavallı.”
“Bu sözlerimi neden bu kadar garipsediniz?”
“Konuşmacının düşüncelerini pek benimsemedim.”
Ekler bazı sözcüklerde ses düşmesine sebep olabilir.
“Haberi duyunca rengi sarardı.”
cümlesinde altı çizili sözcük “sarı” ismine “-ar” eki getirilerek yapılmıştır. Bu sırada “sarı” sözcüğünün sonundaki “ı” sesi düşmüştür.

c. Fiilden İsim Yapan Ekler
Fiil kök veya gövdelerine gelerek onlardan isim türeten eklerdir. Bunlar da cümlede sıfat, zarf görevlerinde kullanılabilir.
“Burada eskiden bir durak vardı.”
cümlesinde altı çizili sözcük, “dur-” fiiline “-ak” eki getirilerek yapılmıştır.
En çok kullanılan fiilden isim yapma eklerini cümle içinde gösterelim.
“Bu istek bende eskiden beri var.”
“Gereksiz bir yığın eşya var bu evde.”
“Herkese sevgi duymam gerekmiyor.”
“Büyük bir dalga, kuma yazdıklarımı sildi, götürdü.”
“O, babasına çok düşkün bir çocuk.”
“Bu kadar alıngan olmana gerek yoktu.”
“Her dalgıç bu kadar derine dalamaz.”
“Yeni aldığım süzgeç ortalıkta görünmüyor.”
“Doğa durağan değil değişkendir.”
“Bu eserin okuyucu bulması çok zor.”
“Artık aynı şeyleri yapmaktan usanç duydum.”
“Bu yazı geçen gün dergide yayınlandı.”
“Bir ay da kesinti olmasa maaşlarda.”
“Geldiklerine dair bir belirti var mı?”
“Dağlar bize artık geçit vermiyor.”
“Işıl ışıl bir güne daha merhaba dedik.”
Türkçe’de sayı bakımından en çok yapım eki fiilden isim yapma ekleridir. Biz burada ancak çok önemlilerini verdik.

d. Fiilden Fiil Yapma Ekleri
Fiil kök veya gövdelerine gelerek onlardan yeni fiiller türeten eklerdir.
“Buradan iki yıl önce taşındı.”
“Müzeyi gezmeden buradan gidilmez.”
“Ortalık iyice karıştı.”
“O sudan sana da mı içirdiler?”
“Bu sözümüz onu mutlaka darıltmıştır.”
“Yeni takılan sokak lambalarını söktürmüşler.”
“Çiçekleri dalından koparmayın.”
“Bu suçlama karşısında biraz şaşaladım.”

SÖZCÜĞÜN YAPISI
Sözcüğün yapısını üç grupta inceleyebiliriz: Basit sözcük, türemiş sözcük, bileşik sözcük.
Şimdi bunları ayrıntılarıyla görelim.

1. Basit Sözcük
Yapım eki almayan sözcüklerdir. Bu tür sözcükler çekim eki almış olabilir. Yapım eki almadıklarından bunlar daima kök halinde bulunur.
“Her tarafı bembeyaz karlar örtmüştü.” cümlesindeki bütün sözcükler basittir.

2. Türemiş Sözcük
Yapım eki alan sözcüklerdir. Türemiş sözcükler cümledeki görevlerine göre belli türleri karşılar. Böylece sözcük hem yapı hem görevce adlandırılır; yani türemiş isim, türemiş sıfat, türemiş fiil…. gibi.
“Bu köşeye bir kitaplık kurmak lazım.”
“Bana bir silgi verebilir misin?”
“Sınıfımızın başkanı çok dalgın biriydi.”
“O her zaman büyük düşünürdü.”
“Yolda çok hızlı yürürdü.”
“O her zaman yanında çalışanları gözetirdi.”
“Çocuklar asla sevgisiz yaşayamaz.”
“Çok acıktım, haydi yemeğe gidelim.”
cümlelerindeki altı çizili sözcükler türemiştir.
cümlesinde altı çizili sözcük, “aç” ismine”-ık” isimden fiil yapma eki getirilerek türetilmiştir. Buna türemiş fiil diyoruz.
“Yaprakların hışırtısı, kuşların cıvıltısına karışmış, tatlı bir musıki oluşturmuştu.”
cümlesinde altı çizili sözcükler “hışır”, “cıvıl” yansıma sözcüklerine “-tı” eki getirilerek yapılmıştır ve yansımadan türeyen isim oluşturulmuştur.

* * *
Bazı pekiştirmeli sözcüklerde sözcüğün başına bir hece eklendiği görülür.
“Etraf bembeyaz olmuş, göz kamaştırıyordu.”
cümlesinde altı çizili sözcük incelendiğinde “beyaz” sözcüğünün ilk hecesinden oluşturulmuş “bem” hecesinin sözcüğün başına geldiğini görüyoruz. Bu bir ek olmadığından sözcük yapım eki almamıştır; yani basittir.
Diğer taraftan, Türkçe sondan çekimli bir dildir, ekler daima sözcüğün sonuna eklenir.
Bir sözcük sadece kökten türetilmez; gövdelerden de türetilebilir.
“Şuralarda bir gözlükçü vardı eskiden.”
cümlesinde altı çizili sözcük “göz” isminden “gözlük”, “gözlük” isminden “gözlükçü” olmuştur. Görüldüğü gibi “-lük” eki sözcüğün köküne, “-çü” eki gövdesine eklenmiştir. Elbette sözcük yine türemiş bir isimdir.

3. Bileşik Sözcük
İki farklı sözcüğün bir araya gelerek kendi anlamlarından az çok farklı bir anlam oluşturacak biçimde kaynaşmasıyla oluşan sözcüklerdir.
Bileşik sözcükler değişik şekillerde oluşur. Kimileri isim tamlamalarının, kimileri sıfat tamlamalarının, kimileri cümle özelliği gösteren söz öbeklerinin kaynaşmaları sonucunda oluşmuştur.
Bu kaynaşma sırasında sözcüklerin her ikisi anlamını kaybedebilir.
“Bahçeden çok güzel hanımeli kokusu geliyordu.”
Sözcüklerden sadece biri anlamını kaybetmiş olabilir.
“Yeryüzü yemyeşil olmuştu yine.”
Sözcüklerden hiçbiri anlamını tam olarak kaybetmemiş olabilir.
“Bu kış yeni bir ayakkabı almam gerek.”

* * *
Bileşik sözcükler yapılışlarına göre değişik özellikler gösterir. Bunları şu şekilde gruplandırabiliriz.

a. İsim Tamlaması Yoluyla
“Komşunun çocuğu kuşpalazına yakalanmış.”
“Onlar düğünden sonra balayına gidecekler.”
“Üzerinde camgöbeği renginde bir kazak vardı.”
“Bahçenin bir köşesine aslanağzı ekmişlerdi.”
cümlelerinde altı çizili bileşik sözcükler isim tamlaması yoluyla oluşmuştur. Sözcükleri ayrı düşündüğümüzde bu, açık olarak anlaşılır.
Bazen bu yolla oluşan isimlerin – özellikle yer isimleri – sonunda iyelik ekinin düştüğü görülür.
“Edirnekapısı ® Edirnekapı”
“Kadıköyü ® Kadıköy”
sözcüklerinde altı çizili eklerin düştüğünü görüyoruz.

b. Sıfat Tamlaması Yoluyla
“O ne açıkgöz adamdır bilsen.”
“Buradan Acıgöl’e gidebilir miyiz?”
“Buralarda eskiden çok sivrisinek olurdu.”
“Bu mevsim tam karatavuk avlama mevsimidir.”
cümlelerinde altı çizili bileşik sözcükler sıfat tamlamalarının kalıplaşmasıyla oluşmuştur.

c. İyelik Ekinin Kaynaştırması Yoluyla
“Burası bağrıyanık insanların diyarıdır.”
“Çocukları fazla başıboş bırakmamalıyız.”
“O sütübozuk adama güvenir miyim hiç?”
cümlelerindeki altı çizili sözcüklerde, birinci sözcük isim, ikinci sözcük sıfat özelliği gösteriyor ve isim olan sözcük iyelik eki almıştır.

d. İki Çekimli Fiilin Kaynaşması Yoluyla
“Odaya yeni bir çekyat alalım.”
“Bu denizlerde gelgit olayı pek görülmez.”
“Ekinler biçerdöverlerle biçilip ambarlara doldurulurdu.”
“Onunla uyurgezer diye dalga geçerlerdi.”
cümlelerinde her iki sözcük de çekimlidir. Birleşerek kendi anlamlarından farklı bir anlam ifade etmişler, ya da tür değişikliğine uğrayıp ad ve sıfat görevinde sözcükler oluşturmuşlardır.

e. Bir İsimle Bir Çekimli Fiilin Kaynaşması Yoluyla
“Onun gibi mirasyedi birinden, başka ne beklenir.”
“Yeni bir ateşkes imzalanacakmış.”
“Bu lokantada imambayıldı güzel yapılır.”
cümlelerinde altı çizili sözcüklerin birincisi isim, ikincisi çekimli bir fiildir. Sözcükleri gerçek anlamlarında düşündüğümüzde bunların bir cümle özelliği gösterdiğini söyleyebiliriz.

f. İsim ve Fiilimsinin Kaynaşması Yoluyla
“Bu bölgede günebakan yetişmiyormuş.”
“Ahmet karakaçanın sırtına binmiş gidiyordu.”
“Böyle oyunbozanlık edersen seninle geçinemeyiz.”
“Bu limana bir dalgakıran yapmak lazım.”
“Onun gibi çöpçatan birini görmedim, doğrusu.”
cümlelerinde birincisi isim soylu sözcük, ikincisi sıfat-fiil olan bu sözcüklerden bir bileşik sözcük meydana gelmiştir.
Bunlardan başka yollarla da bileşik sözcük oluşturulabilir. Önemli olan iki ayrı sözcüğün kaynaştığını anlayabilmektir.
Bileşik sözcüklerin kimileri oluşurken ses kaybı olabilir.
“Pazartesi günü size geleceğim.”
cümlesindeki sözcüğün oluşmasına bakalım.
Pazar – ertesi ® Pazartesi
Görüldüğü gibi “er” hecesi düşmüştür.
Bazı bileşik sözcüklerin oluşumunda ise iki ayrı sözcüğün varlığı bile hissedilemez.
sütlü aş
ne asıl
bu öyle

sütlaç
nasıl
böyle
Bu sözcüklerin artık iki ayrı sözcükten oluştuğunu düşünemiyoruz bile

CÜMLENİN ÖĞELERİ

Bir duygu, düşünce veya durumu tam olarak anlatan sözcük ya da söz öbeklerine cümle denir. Şimdi birbirini tamamlayan öğeleri inceleyeceğiz.
Bir cümlenin oluşması için en önemli şart, kip ve şahıs bildiren bir unsurun bulunmasıdır. Yani eğer cümle içinde herhangi bir söz, haber veya dilek kiplerinden herhangi biriyle çekimli halde bulunuyorsa o, bir yargı bildiriyor demektir. Yargı bildirmek ise cümle olmanın en önemli koşuludur. Şahıs bildirmek, cümle olmak için her zaman gerekli değildir.
Cümlede bulunabilecek öğeler, yüklem, özne, nesne ve tümleçlerdir. Bunların özelliklerinin neler olduğunu şimdi ayrı ayrı görelim.

Yüklem
Cümlede kip ve zaman bildirerek yargıyı ortaya koyan temel unsurdur. Tek başına cümle özelliği gösterir. Diğer öğeler yüklemin tamamlayıcı öğeleridir.
Cümlede yüklemi bulmak için herhangi bir öğeye soru soramayız. Onu çekimli durumda bulunan sözcüklerden anlarız.

Örneğin;
“Biliyorum” sözü “bilmek” eyleminin şimdiki zamanla çekimlendiğini gösteriyor. Öyleyse yargı bildiriyor demektir. Dolayısıyla bir cümledir.
“Biraz önce gelen çocuk, kapıcının kızıydı.”
cümlesindeki altı çizili söz isim tamlaması olduğundan;
“O, eskiden, yaramaz bir çocuktu.”
cümlesindeki altı çizili söz sıfat tamlaması olduğundan birbirinden ayrılmaz ve birlikte yüklem olur.

Özne
Cümlede yüklemin bildirdiği işi, hareketi yapan ya da oluş içinde bulunan öğedir. Cümlenin temel öğesidir. Ancak her cümlede bulunmak zorunda değildir.
Cümlede özneyi bulmak için yükleme “kim” ve “ne” sorularını sorarız. Ancak özellikle “ne” sorusu, nesneyi bulmak için de sorulduğundan, biz özne sorusunu yükleme değişik biçimde sorarız.

Örneğin;
“Öğretmen soruyu bana sordu.”
cümlesinde “sordu” yüklemdir. Özneyi bulmak için yükleme “Soran kim?” diye soruyoruz. Cevap olarak “Öğretmen” geliyor. Öyleyse cümlenin öznesi bu sözcüktür.
Cümlede özne yukarıdaki örneklerde görüldüğü gibi, açık olarak verilebileceği gibi, yüklemin çekiminden de çıkarılabilir. Cümlede olmayan, yüklemdeki şahıs eklerinden anlaşılan bu tür öznelere “gizli özne” adı verilir.
“Sana bu kitabı iki günlüğüne verebilirim.”
cümlesinin yüklemi “verebilirim” sözüdür. Özneyi bulmak için “Veren kim?” diye soruyoruz, “Ben” cevabı geliyor; ancak bu söz cümlede yok, biz bunu yüklemin bildirdiği şahıstan çıkarıyoruz. Öyleyse bu cümlenin öznesi gizli öznedir. Bu özne cümlede var olan öğelerden biri sayılmaz. Yani “Geldim.” cümlesinde öznenin “ben” olduğu görülse bile bu cümle sadece yüklemden oluşmuş sayılır.
Her cümlede özne bulunmaz. Yani eylemi yapan bazen belli değildir.
“Kasabaya bu yoldan gidilmez.”
cümlesinde “Gidilmeyen ne, gidilmeyen kim?” gibi sorulara cevap alınmaz. Öyleyse cümlenin öznesi yoktur.

Nesne
Cümlede yüklemin bildirdiği işten etkilenen öğedir. Yükleme sorulan “kimi, neyi, ne” sorularına cevap verir.
Nesneler hal ekini alıp almamalarına göre iki grupta incelenir.

1. Belirtili Nesne
Nesne görevinde bulunan söz, “-i” hal ekini almışsa, nesneye belirtili nesne denir.
“Çiçekleri annesine verdi.”
cümlesinde “Çiçekleri” nesnesi “-i” hal eki aldığından belirtili nesnedir.

2. Belirtisiz Nesne
Nesne görevinde bulunan söz “-i” hal ekini almamışsa nesne, belirtisiz nesnedir.
“Annesi için çiçek topladı.”
cümlesinde “çiçek” nesnesi bu eki almamış ve belirtisiz nesne olmuştur.

Dolaylı Tümleç
Yüklemin yöneldiği, bulunduğu, çıktığı yeri gösteren öğedir. Yükleme sorulan “-e”, “-de” ve “-den” hal eklerini alan sorulara aynı ekleri alarak cevap veren sözcük ya da söz öbekleri dolaylı tümleç görevinde bulunur. Soruların ve cevapların aynı ekleri alması zorunluluğu bunun diğer öğelerle karışmasına engel olur. Bunu örneklerle açıklayalım.
“Elindeki kitap ve defterleri bana verdi.”
cümlesinde altı çizili öğeyi bulabilmek için yükleme “kime” sorusunu soruyoruz. Soru da cevap da aynı eki almış. Öyleyse “bana” sözü dolaylı tümleçtir.
“Sizinle ancak yaza görüşürüz.”
cümlesinde altı çizili sözcük de “-e” hal ekini almıştır. Ancak bu öğeyi bulmak için yükleme “ne zaman” sorusunu soruyoruz. Görüldüğü gibi soru hal eki almadan soruluyor. Öyleyse bu, “-e” hal eki almış olmasına rağmen dolaylı tümleç değildir.
“Kimseye sormadan dışarı çıktı.”
cümlesinde ise altı çizili öğeyi bulmak için yükleme “nereye” sorusunu soruyoruz. Bu durumda soru, “-e” hal eki almış, ancak “dışarı” sözü aynı eki almamış. Öyleyse buna da dolaylı tümleç diyemeyiz.
Görüldüğü gibi sorular ve cevapların aynı ekleri alması koşulu, birbiriyle karışan öğeleri ayırt etmemizi sağlıyor.
Aynı durumu “-de” ve “-den” eklerinde de görebiliriz.
“Beni sınıfta iki saattir bekliyormuş.”
cümlesindeki altı çizili öğeyi cevap olarak almak için, yükleme “nerede” sorusunu soruyoruz. Öyleyse bu öğe dolaylı tümleçtir.
“Hepimiz iki saattir ayakta bekliyoruz.”
cümlesinde ise altı çizili öğeyi bulabilmek için yükleme “nasıl” sorusunu sormamız gerekiyor. Görüldüğü gibi soru “-de” ekiyle sorulmamış. Demek ki öğe dolaylı tümleç değil.
“O, iki gün önce buradan ayrıldı.”
cümlesinde altı çizili öğe “nereden” sorusuna cevap vererek dolaylı tümleç olmuş.
“Senin de gelmeni yürekten isterdim.”
cümlesinde altı çizili öğe “nasıl” sorusuna cevap verdiğinden dolaylı tümleç değildir.
“Şu elmadan üç kilo verir misin?”
cümlesinde altı çizili öğeyi bulmak için “neyden” sorusunu yükleme soruyoruz. Cevap geldiğinden öğe dolaylı tümleçtir.
“Hastalandığından gelmedi.”
cümlesinde altı çizili öğeyi ise “niçin” sorusuyla buluyoruz. Öyleyse bu, dolaylı tümleç değildir.
Örnekleri daha da çoğaltabiliriz. Burada unutmamamız gereken, soruyla cevabın aynı ekleri (-e, -de, -den) almasıdır. Dolaylı tümleci bulduran soruları ezberlemek yerine, bunu kavramak daha avantajlı bir yoldur.

Zarf Tümleci
Yüklemin zamanını, durumunu, miktarını, yönünü, koşulunu vb. bildiren öğelerdir. Bunların her biri değişik bir soruyla bulunur.
“Hava kararmadan köye inmeliyiz.”
cümlesindeki altı çizili zarf “ne zaman”;
“Dosta düşmana muhtaç olmadan yaşamalıyız.”
cümlesinde altı çizili zarf “nasıl”;
“Aldığı notlar şaşılacak kadar yüksekti.”
cümlesindeki altı çizili zarf “ne kadar”;
“Tek bir söz bile söylemeden içeri girdi.”
cümlesindeki altı çizili zarf “nereye”;
“Zamanımız kalırsa bir örnek daha çözeriz.”
cümlesindeki altı çizili zarf “hangi takdirde” sorularına cevap vermişlerdir. Yükleme sorulan bu sorulara cevap veren öğeler daima zarftır. Ancak burada “nereye” sorusuna dikkat etmeliyiz. Dolaylı tümleç konusunda da söylemiştik, bu soru dolaylı tümleci de buldurur. Ancak cevabın da aynı eki alması gerekir. Örnekteki “içeri” sözü ise bu eki almamıştır. Bu özelliği, yani hal eki almadan yön bildirme özelliğini yer-yön zarfları gösterir.
Cümleyi öğelerine ayırırken dikkat edilmesi gereken bir husus, azlık – çokluk zarflarının kullanımıdır.
“O, çok çalışkan bir öğrencidir.”
cümlesinde yüklem, altı çizili sözün tamamıdır. Çünkü “öğrenci” isimdir, “çalışkan” öğrencinin sıfatıdır. “çok” da çalışkan sıfatının zarfıdır. Dolayısıyla, “çok çalışkan bir öğrenci” sıfat tamlaması olduğundan bunlar birbirinden ayrılmaz. Oysa biz aynı cümleyi;
“O, çok çalışkandır.”
şeklinde kullansak, “çalışkandır” yüklem “çok” zarf tümleci olacaktır. Kısaca adlaşmış sıfatlar yüklem olduğunda, onun derecesini bildiren zarflar zarf tümleci olur. Çıkmış soruların birinde,
“Kafesteki kuşların tüyleri, şaşılacak kadar parlaktı.”
cümlesi verilmiş ve “şaşılacak kadar” öğesine zarf tümleci denmiştir.

Edat Tümleci
Çıkmış sorularda, seçeneklerde bile olsa, edat tümleci adının geçtiği görülmemiştir. Ancak bazı soruların çözümünde yardımcı olduğu söylenebilir. Eğer seçeneklerde “edat tümleci” adı geçmiyorsa, siz “edat tümleci” olarak gördüğünüz söz öbeklerine zarf tümleci de diyebilirsiniz.
Yüklemin ne ile, kimin ile, hangi amaçla, yapıldığını gösteren söz öbeklerine edat tümleci denir.
“O, bütün yazılarını, dolma kalemle yazar.”
“Bu araştırmayı arkadaşlarıyla yapmış.”
“Bu yemekleri sizin için hazırladım.”
cümlelerindeki altı çizili söz öbekleri edat tümleci sayılır.
Cümle içinde her söz, cümlenin bir öğesi durumunda değildir. Yükleme sorulan sorulara cevap vermeyen söz veya söz öbekleri cümle dışı unsur sayılır. Örneğin aşağıdaki cümleyi öğelerine ayıralım.
“Ahmet, sana defalarca geç kalmamanı
Dolaylı Zarf Nesne
söylemedim mi?” yüklem
Görüldüğü gibi “Ahmet” sözü cümlede yükleme sorulan herhangi bir soruya cevap vermiyor yani cümle dışı unsurdur.

CÜMLE VURGUSU
Cümlede asıl anlatılmak istenen öğe vurgulanır. Biz konuşurken, önemsediğimiz öğeyi cümlenin herhangi bir yerinde ses tonumuzu yükselterek vurgulayabiliriz. Ancak yazıda bunu yapamayacağımızdan, vurgulamak istediğimiz öğeyi yükleme yaklaştırırız. Yani cümlede yükleme en yakın öğe, en çok vurgulanan öğedir.
“O, beni, hep burada bekler.”
Özne Nesne Zarf Dolaylı Yüklem
Tümleci Tümleç
cümlesinde yükleme en yakın öğe dolaylı tümleç olduğundan, en çok vurgulanan öğe de odur.

ARASÖZ
Cümleyi söylerken söz arasına sıkıştırılan, bazen bir öğenin açıklayıcısı, bazen cümle dışı unsur olan söz veya söz öbeklerine arasöz denir. Eğer bu söz bir cümle ise “aracümle” diye de adlandırılır.
Açıklamadan da anlaşılacağı gibi arasözün iki işlevi vardır.
“O kasabayı, doğduğum yeri, bu kitapta tanıttım.” Nesne Dolaylı Yüklem
Tümleç
cümlesinde “doğduğum yeri” sözü, kasaba hakkında söylenmiştir ve kasabayı açıklamaktadır. Öyleyse bu öğe nesneyi açıklayan bir arasözdür.
Arasöz daima açıkladığı öğeden sonra gelir.
“Ahmet, siz de çok iyi bilirsiniz, derslerine pek çalışmaz.” özne Dolaylı Zarf Yüklem
Tümleç Tümleci
cümlesinde “siz de çok iyi bilirsiniz” sözü cümlenin geneli üzerinde açıklama yapan, ancak herhangi bir öğeyle ilgili olmayan bir arasözdür. Cümle dışı unsur olarak kabul edilir.
Arasöz ve aracümleler iki virgül arasında ya da iki kısa çizgi arasında verilir.
“Anneme, hayatını bana adayan kadına, saygıda kusur etmem.”
D.Tümleç Dolaylı Tümleç Yüklem
“Odaya girdiğimde, neden olduğunu bilmiyorum, içim garip bir hüzünle doldu.”
Zarf Tümleci Özne Zarf Tümleci Yüklem
cümlelerinde koyu renkle gösterilen sözler de arasözdür.

FİİL ÇATISI
Çekimli bir fiilden oluşan yüklemin nesne ve özneye göre gösterdiği durumlara çatı denir. Bundan hareketle, yüklemin isim soylu sözcüklerden oluştuğu cümlelerde çatının aranmayacağını söyleyebiliriz.
Çatı; yüklemin nesne ve özneyle ilgisi olduğundan, sorularda karşımıza çoğu kez, nesne-yüklem ve özne-yüklem ilişkisi olarak çıkar. Şimdi bunları ayrı ayrı inceleyelim.

NESNE – YÜKLEM İLİŞKİSİ
Fiiller nesne alıp almamalarına göre değişik şekillerde adlandırılır. Bunları dört grupta inceleyebiliriz.

1. Geçişli Fiil
Nesne alabilen fiillerdir. Bir fiilin nesne alıp almadığının nasıl anlaşılacağını cümle öğelerinde “nesne” konusunda işlemiştik. Buna göre, fiil nesne alıyorsa geçişli olacaktır.

Örneğin;
“Etrafı daha iyi görebilmek için ışığı yaktı.”
cümlesinde “yaktı” yüklemdir; “o” gizli öznedir. Nesneyi bulmak için “O neyi yaktı?” diye soruyoruz. “ışığı” cevabı geliyor. Öyleyse yüklem nesne almıştır; “yakmak” fiili geçişli bir fiildir.
Fiilin geçişli olması için cümlede mutlaka nesnesinin bulunması gerekmez. Bazen fiil geçişli olduğu halde cümlede nesne kullanılmamış da olabilir.

Örneğin;
“Ahmet mutlaka senden öğrenmiştir.”
cümlesinde “öğrenmiştir” yüklemine “Neyi öğrenmiştir?” diye sorduğumuzda cümlede herhangi bir öğenin cevap vermediğini görüyoruz. Ancak biz cümleye “onu” gibi bir nesne ilave edebiliriz. Öyleyse bu cümlenin yüklemi geçişlidir, ancak cümlede nesne yoktur. Böyle cümlelerde bir tür “gizli nesne” nin varlığı söz konusudur. Bu durumun görüldüğü cümleleri daima “onu” sözüyle kontrol edin, çünkü bu söz yalnızca nesne olabilir.

2. Geçişsiz Fiil
Nesne almayan fiillerdir. Bu fiillerin yüklem olduğu cümlelere dışarıdan da herhangi bir nesne getirilemez.

Örneğin;
“Eve dönünce, yorgunluktan, uzandığım yerde uyuyakalmıştım.”
cümlesinin yüklemine “Neyi uyuyakalmıştım?” diye sorduğumuzda mantıklı bir soru olmadığını görüyoruz. Çünkü bu fiiil nesne almaz; yani geçişsizdir.
Fiiller değişik eklerle çatı özelliğini değiştirebilir. Bu durumda “oldurganlık, ettirgenlik” durumu ortaya çıkar.

ÖZNE – YÜKLEM İLİŞKİSİ
Öznenin yüklemle ilişkisi beş grupta incelenir.

1. Etken Fiil
Yüklem durumundaki fiilin bildirdiği işi, öznenin kendisi yapıyorsa fiil etkendir.

Örneğin;
“Masanın üzerini güzelce temizledi.”
pan kim?” diye sorduğumuzda yine “o” cevabı geliyor. Yani özne, yüklemin bildirdiği işi kendisi yapmıştır. Öyleyse fiil etkendir.
“Yağmur yağıyor yine ince ince.”
“Taş bu yola nereden düşmüş?”
“Yapraklar gittikçe daha çok sararıyor.”
“Yaşlı kadının elleri bir hayli buruşmuştu.”
cümlelerinin yüklemleri de etken fiildir.

2. Edilgen Fiil
Fiilin bildirdiği işi özne değil de başkası yapıyorsa, özne bu işten etkileniyorsa, fiil edilgendir. Bu fiiller, etken fiillere “-l-” ve “-n-” eklerinin getirilmesiyle yapılır. Etken fiilin nesnesi olan öğe, fiil edilgen yapıldığında özne durumuna geçer ve bu öznelere “sözde özne” adı verilir. Örneğin etken fiilde örnek verdiğimiz cümleyi edilgen yapalım;
“Masanın üzeri güzelce temizlendi.”
cümlesini incelersek; “temizlendi” yüklemdir. “Temizlenen ne?” diye sorduğumuzda “Masanın üzeri” öznesi cevap veriyor. “İşi yapan kim?” diye sorduğumuzda, “başkası” cevabı gelir. Yani işi yapan özne değil,
başkasıdır. Çünkü masa kendi kendini temizleyemez. Öyleyse fiil edilgendir, öznesi de sözde öznedir.

3. Dönüşlü Fiil
Fiilin bildirdiği işi özne kendi üzerinde yapıyorsa, yani özne hem işi yapan, hem de yaptığı işten etkilenense, bu anlamı veren fiil dönüşlüdür. Dönüşlü fiiller de etken fiillere “-l-” ve “-n-” ekleri getirilerek yapılır.
“Tarağı eline alıp bir süre tarandı.”
cümlesinde tarama işini öznenin kendi üzerinde yaptığı bellidir. Dolayısıyla fiil dönüşlüdür.

4. İşteş Fiil
En az iki özne tarafından yapılabilen fiillerdir. Bu fiiller, fiillere “-ş-” eki getirilerek türetilir. Bazı fiiller ise kök olarak “-ş-” ile bitmiştir ve işteş özellik gösterir.
İşteş fiiller işin yapılışına göre iki grupta incelenir.

a. Karşılıklı yapılma bildirir
Yüklem durumundaki fiilin anlamında öznelerin işi birbirlerine karşı yaptıkları görülür.
“Yolda karşılaşınca mutlaka selamlaşırlardı.”
cümlesine baktığımızda “selamlaşmak” eyleminin kişilerin karşılıklı yaptıkları bir iş olduğunu görürüz. İki kişi birbirine selam vermiştir.
“Ortadaki elmaları paylaştılar.”
“Boş yere saatlerce tartıştılar.”
“***sörler çok yaman dövüştüler.”
cümlelerindeki yüklemler karşılıklı yapılan işteş fiillerdir.

b. Birlikte yapılma bildirir
Bunlarda özneler işi birbirlerine karşı değil hep birlikte yaparlar. Yani karşıdan bir hareketin olduğu görülmez.
“Çocuklar odaya girer girmez yemeklerin başına üşüştüler.”
cümlesinde “üşüşme” işini çocuklar hep birlikte yapmışlardır.
“Kuzular otların arasından meleşiyor.”
“Kuşlar etrafta sevinçle uçuşuyor.
“Çocuklar ağaçların arasında koşuşuyor.”
cümlelerindeki yüklemler birlikte yapılma bildiren işteş fiillerdir.
“Okula bu sabah birlikte gittiler.”
cümlesinde de yüklem birlikte yapılma bildirir, ancak biz buna işteş diyemeyiz. Çünkü işteş fiiller, önceden de söylemiştik, mutlaka “-ş-” ile bitmelidir.
Yapıca “-ş-” ile biten her fiil elbette işteş değildir.
“Adam genç yaşında dünyayı dolaştı.”
cümlesinde yüklem işteş değildir; çünkü karşılıklı ya da birlikte yapılma anlamı yoktur.

* * *
Bazı kaynaklarda “nitelikte eşitlik” adıyla işteş sınıfına alınan, oluş bildiren fiiller de vardır.
“Elleri çalışmaktan nasırlaşmış.”
“Görmeyeli bir hayli güzelleşmiş.”
“Pantolonu, yerde oturmaktan kırışmış.”
cümlelerindeki yüklemler bu türdendir. Ancak bunlarda herhangi bir iş bildirme olmadığından “işteş” mantığına pek uygunluk görülmez. Sorularda da bunun işteş olduğuna dair bir ipucu verilmemiştir.

5. Ettirgen Fiil
Konumuzun başında, nesne-yüklem ilişkisini verirken, ettirgenliğe de değinmiştik. Bu tür fiillerde işi özne bir başkasına yaptırır.
“Oğluna terliklerini getirtti.”
cümlesinde getirme işini yapan “oğlu” dur, özne ona işi yapmasını söylemiştir.
“Masayı bir güzel temizletti.”
“Soruyu ablasına çözdürdü.”
cümlelerinin yüklemleri de aynı özelliği göstermektedir.

CÜMLE ÇEŞİTLERİ
Cümleler, kendini oluşturan sözcüklerin anlamlarına, cümlede bulundukları yerlere, türlerine göre değişik özellikler gösterir. İşte bu özelliklere göre cümleler değişik gruplar altında incelenir. Bu grupları biz dörde ayırabiliriz.
A. Yüklemlerine Göre Cümleler
B. Öğe Dizilişlerine Göre Cümleler
C. Anlamlarına Göre Cümleler
D. Yapılarına Göre Cümleler

A. YÜKLEMLERİNE GÖRE CÜMLELER
Buna “yükleminin türüne göre” de denilebilir. Çünkü cümleyi yüklemine göre incelerken yüklemi oluşturan sözcüklerin türüne bakılır.

1. Fiil Cümlesi
Yüklem durumunda bulunan söz, çekimlenmiş bir fiilse, cümle fiil cümlesidir.
“Soğuk günler artık geride kaldı.”
cümlesinde “kaldı” yüklemdir. Bu yüklem “kalmak” fiilinin bilinen geçmiş zamanda çekimlenmesiyle oluştuğundan, cümle, yüklemine göre fiil cümlesi olur.

2. İsim Cümlesi
Yüklem çekimli bir fiil değilse, ister isimden ister edattan isterse fiilimsiden oluşsun isim cümlesi sayılır. Yani adına aldanıp sadece ismin yüklem olduğu cümleler olarak anlamamak lazım bunu.
“Bu roman, yazarın okuduğum ilk kitabıydı.”
cümlesinde yüklem “kitabıydı” sözü üzerine kuruludur ve “kitap” ismi “idi” ekfiilini alarak yüklem olmuştur. Elbette yüklem bu cümlede “yazarın okuduğum ilk kitabıydı” şeklinde bir isim ve sıfat tamlamasından oluşan söz öbeğidir.

B. ÖĞE DİZİLİŞİNE GÖRE CÜMLELER
Türkçe’de cümleyi oluşturan öğeler belli bir mantık dizilişine göre sıralanır. Hatta tamlamayı oluşturan sözcüklerin bile bir sıraya göre dizilmesi gerekir.
Bu dizilişlerde en önemli unsur yüklemdir. Çünkü dilimizde yüklemin daima sonda bulunması gerekir. İşte öğelerin bu sıralanışına göre, cümleler iki grupta incelenir.

1. Kurallı Cümle
Yüklemi sonda bulunan, yani öğelerin Türkçe’nin kurallarına göre sıralandığı cümlelerdir.
“Buralarda eskiden çok güzel evler vardı.”
cümlesinde “vardı” yüklemi sonda bulunduğu için cümle kurallıdır.

2. Devrik Cümle
Yüklemi sonda bulunmayan cümlelerdir.
“Bu kitabı iki yıl önce okumuştum ben.”
cümlesinde yüklem “okumuştum” öğesidir. Ondan sonra “ben” öznesi geldiğinden yüklem sonda değildir. Öyleyse cümle devriktir.
Bazı cümlelerde ise cümlenin temel öğesi olan yüklemin bulunmadığı görülür. Gerçi “öğe dizilişine göre” dendiğinde sadece kurallı, devrik anlaşılır, ancak yüklemin bulunmaması da cümlede öğe dizilişini etkiler. Yüklemin bulunmadığı cümlelere ise eksiltili cümle denir.

3.Eksiltili Cümle
Yüklemi bulunmayan cümlelerdir. Yargının ne olduğu okuyucunun yorumuna bırakılır.

Örneğin;
“Karşımızda geniş ve yemyeşil bir ova… Onun tam ortasında küçük ama çok güzel bir göl…”
cümlelerinde yüklem yoktur. Üç noktalar yüklemin eksik olduğunu gösterir. Ancak biz cümlede “vardı, görünüyordu, bulunuyordu” gibi bir yargının verilmek istendiğini anlıyoruz. Öyleyse bu cümleler eksiltili cümlelerdir.

C. ANLAMINA GÖRE CÜMLELER
Elbette her cümlenin bir anlamı vardır. Ancak cümleler bu anlamı değişik yapılarla bildirir. Bazen bir yargıyı haber verir. Bazen anlamı, soruyla bildirir. Bazense bir duyguyu aktararak ifade eder. İşte bu bildirme şekillerine göre cümleyi üç grupta inceliyoruz.

1. Haber Cümlesi
Bir yargıyı olumlu ya da olumsuz biçimde aktaran cümlelerdir. Bir eylemin yapıldığını, yapılabileceğini, bir varlığın bulunduğunu ifade eden cümleler olumlu, tersini ifade edenler olumsuzdur. Olumlu cümlelerde mantıkça istenen bir durumun bulunması gerekir.
Aşağıdaki yüklemleri inceleyerek bunu açıklayalım.
Olumlu
geldi
koşmalı
var
paralı
güzel
Olumsuz
gelmedi
koşmamalı
yok
parasız
güzel değil
Görüldüğü gibi olumlu yüklemler “-ma, -me” olumsuzluk ekiyle, “değil” olumsuzluk edatıyla, “-sız” gibi olumsuz anlam veren eklerle olumsuz hale getirilebiliyor.
Bazı cümlelerde ise yapıca yukarıdaki olumsuzluklar bulunduğu halde cümle anlamca olumlu olabilir. Bu, çoğu kez iki olumsuzluğun bir arada bulunduğu yargılarda görülür.

Örneğin;
“Aslında o seni tanımıyor değildi.”
cümlesinde “tanımıyor değil” yükleminde iki olumsuzluk vardır ve bunlar yüklemin “tanıyor” şeklinde olumlu bir yargı vermesini sağlamışlardır.
Bazı cümlelerde ise olumsuzluk, soru yoluyla sağlanır.
“Ben onu unutabilir miyim hiç?”
cümlesinde yüklem olumlu olduğu halde cümlenin anlamı soru yoluyla olumsuz hale getirilmiştir.
Bazı cümlelerde olumsuzluk bağlaçlarla sağlanır.
“Ne konuyu biliyor ne soruyu soruyor.
cümlelerinde ne… ne…. bağlacı,
“Sanki o seni seviyor da.”
cümlesinde “sanki” bağlacı cümleye olumsuz anlam katmıştır.

2. Soru Cümlesi
Cevap almak amacıyla hazırlanan cümlelerdir. Bunlar değişik soru sözcükleriyle sağlanır.
“Siz de bizimle gelir misiniz?”
“Sana bu ceketi kim almıştı?”
“Ne zaman bizi ziyaret edeceksiniz?”
cümleleri birer soru cümlesidir.
Soru cümlelerinde de olumluluk-olumsuzluk olabilir. Bunu yüklemin yapıca olumlu ya da olumsuz olması belirler.

Örneğin;
“Bu olayı o da biliyor mu?”
cümlesinde yüklem olumlu olduğundan cümle olumlu soru cümlesidir.
“Dünkü davete o da gelmedi mi?”
cümlesi yüklemi olumsuz olduğu için, olumsuz soru cümlesidir.

3. Ünlem Cümlesi
Yargıyı bir duygu aktararak ortaya koyan cümlelerdir. Çoğu zaman kızgınlık, sevinme, alınma, heyecan gibi bir duygu aktarır ya da seslenme bildirir.
“Ne güzel bir kitap bu!”
“Hey, bana baksana sen!”
cümleleri ünlem cümlesidir.
Bunların dışında bazı kaynaklarda istek cümlesi, şart cümlesi, emir cümlesi, gereklilik cümlesi gibi anlamına göre cümleler de verilmiştir. Ancak bu, cümlenin yapısıyla ilgili olmayan sadece anlama bağlı özelliktir. Eğer bunu göz önüne alırsak, her cümleye bir ad bulmak gerekebilir.
“Konuşabilirsin ama biraz alçak sesle.”
cümlesi şart,
“Şimdi bir soğuk su olsa da içsek.”
cümlesi istek,
“Yarına kadar bu ödevler bitecek.”
cümlesi emir,
“Bugünün işini yarına bırakmamalısın.”
cümlesi gereklilik anlamı veren cümlelerdir.

D. YAPILARINA GÖRE CÜMLELER
Her cümle bir yargı bildirir. Ancak bazı cümlelerde birden fazla yargı bildiren unsur bulunur. Bunlar bazen iki ayrı yüklemle, bazen yan cümleciklerle sağlanır. Cümlenin yapısına geçmeden önce yapıyı belirleyen temel ve yan cümleleri görelim.

Temel Cümle
Bir cümlenin yüklemi temel cümledir. Cümlenin bildirmek istediği asıl yargı da bu cümleyle verilir. Diğer öğeler temel cümleyi açıklayan tamamlayıcı öğelerdir.

Örneğin;
“Akşama geleceğim.”
cümlesinde “geleceğim” yüklemi temel öğe, “akşama” sözü de onun tamamlayıcı öğesidir.

Yan Cümle
Tam bir yargı bildirmeyen, temel cümlenin bir öğesi durumunda bulunan ve kendi içinde değişik tamamlayıcı öğeler de alabilen söz öbeğidir.
Yan cümleler iki şekilde yapılabilir: Fiilimsilerle ve çekimli fiillerle.

• Fiilimsilerle yapılanlar:
Cümle içinde temel cümlenin bir öğesi olan ya da bir öğenin tamamlayıcısı olan fiilimsiler yan cümlecik yapar.

Örneğin;
“Öğretmen sınıfa girince herkes ayağa kalktı.”
cümlesinde “ayağa kalktı” yüklemdir. “Ne zaman ayağa kalktı?” sorusuna “Öğretmen sınıfa girince” cevabı geliyor. Cümlede zarf tümleci olan bu öğe “girince” bağfiili üzerine kuruludur. Görüldüğü gibi fiilimsi, bir öğe durumundadır. Öyleyse zarf tümleci bir yan cümleciktir.
“Bana fotoğrafını gönderen okuruma teşekkür ederim.”
cümlesinde ise “teşekkür ederim” yüklemdir. “Kime teşekkür ederim?” sorusuna “Bana fotoğrafını gönderen okuruma” dolaylı tümleci cevap verir. Cümlede “gönderen” sıfat-fiilini görüyoruz. Bu söz “okur” isminin sıfatı durumundadır. Yani dolaylı tümlecin tamamlayıcı öğesidir. Tamamladığı öğeyle birlikte yan cümle yapmış ve dolaylı tümleç görevini üstlenmiştir.
“Karadeniz’de denize fazla açılmak tehlikelidir.”
“Davetime gelmeyişine çok üzüldüm.”
“Onunla nerede buluşacağınızı biliyor musunuz?”
“Babasını görmeden okuluna gitmezdi.”
“Kapıyı açar açmaz karşımda onu gördüm.”
cümlelerinde altı çizili söz öbekleri fiilimsiyle yapılan yan cümleciklerdir.

• Çekimli Fiillerle yapılanlar :
Fiilin yüklem olabilmesi için çekimli olması gerektiğini söylemiştik. Ancak her çekimli fiil yüklem olmaz, bazen cümlenin tamamlayıcı öğesi olur. İşte bu durumda, yani çekimli bir fiilin bir öğe olduğu durumda, bu fiil yan cümlecik olur.

Örneğin;
“O da gelirse gideriz.”
cümlesinde “gideriz” yüklemdir; “O da gelirse” zarf tümlecidir. Bu tümleci oluşturan “gelirse” sözü “gelmek” fiilinin geniş zamanının şartıyla çekimlenmiştir. Görüldüğü gibi çekimli bir fiil temel cümlenin öğesi durumundadır ve yan cümlecik oluşturmuştur.
“O bana, ben de geleceğim, dedi.”
cümlesinde ise “dedi” yüklemdir; “ben de geleceğim” sözü ise nesnedir. Bu öğe aynı zamanda “geleceğim” sözünün çekimli olmasından dolayı bir cümle özelliği de gösteriyor. Bu yüzden nesne görevindeki bu cümle, bir yan cümlecik oluşturmuştur.
Şimdi cümleleri yapılarına göre inceleyerek konuyu daha da pekiştirelim.

1. Basit Cümle
İçinde yan cümlecik bulunmayan cümlelerdir. Bu cümleler tek bir yargı bildirir.
“Bu sıcakta evde oturulur mu?”
cümlesi basit bir cümledir. Çünkü “oturulur mu” yükleminden başka yargı bildiren öğe yoktur. Yan cümlecik kullanılmayan bir cümle basit demektir.
Basit cümle demek, kısa cümle demek değildir.
“Bahçenin ana kapısından, üstü başı perişan, zavallı bir adam, elinde eski, yırtık bir torbayla içeriye girdi.”
cümlesi uzun bir cümledir. Ancak tek bir yargı bildirdiğinden, yani içinde yan cümlecik bulunmadığından basittir.
“Kalabalıktan biri yavaşça kürsüye doğru ilerledi.”
“İri iri şeftalileri büyük bir zevkle dalından kopardı.”
“Sözlerime içten içe gülüyorlardı.”
cümleleri yapısına göre basit cümlelerdir.

2. Bileşik Cümle
Tek bir yüklemi olan ve içinde yan cümlecik bulunan cümlelerdir. Yan cümlenin özelliğine ve yükleme bağlanışına göre değişik gruplara ayrılır.

a. Girişik Cümle
Yan cümleciğin fiilimsi olduğu cümlelerdir.
“Çocukların sağlıklı büyümesi için gayret gösterilmeli.”
cümlesinde “gayret gösterilmeli” yüklemdir. Diğer söz öbeği zarf tümlecidir. Bu tümleç içindeki “büyümesi” isim-fiili yan cümle yapmıştır. Fiilimsi hangi öğe içindeyse, görevi o öğeyle özdeştir. Bu cümlede zarf tümleci içinde olduğundan kendisi de zarf tümlecidir.
“Çiçekleri koparan çocukları sonunda yakaladım.”
cümlesinde “yakaladım” yüklemdir. “Çiçekleri koparan çocukları” nesnedir. Nesne içindeki “koparan” sıfat-fiili yan cümlecik yapmış, yan cümleciğin görevi de nesnedir.
“Kimsenin kalbini kırmadan görevini yaptı.”
cümlesinde “yaptı” yüklem, “kimsenin kalbini kırmadan” zarf tümlecidir. “Kırmadan” fiilimsi olduğundan yan cümleciktir.
Bazen yan cümlecik yüklemin içinde de olabilir.
“Kimsenin bilmediği, ıssız güzel bir yerdi.”
cümlesi bir sıfat tamlaması olduğundan, olduğu gibi yüklemdir. Yüklem içindeki “bilmediği” sıfat-fiili sıfat görevindedir. Yani yüklemin temel unsuru olan “yer” isminin tamamlayıcı öğesi olduğundan yan cümleciktir.
Bazı cümlelerde ise fiilimsi yüklem görevindedir.
“Romancının görevi okuyucuyu aydınlatmaktır.”
cümlesinde “aydınlatmaktır” fiilimsisi, temel cümleyi oluşturduğundan cümlede yan cümlecik yoktur. Cümle basit bir cümledir.

b. Şart Cümlesi
Temel cümleye şart koşan bir yan cümlecikten oluşan cümlelerdir.
Yan cümle daima -se, -sa şart kipiyle çekimlenir.
“Bir kişi daha olursa kadroyu tamamlıyoruz.”
cümlesinde “tamamlıyoruz” yüklemdir. “Bir kişi daha olursa ” öğesi ise şart bildiren yan cümleciktir.
“Sınava iyi hazırlanmışsa, onu mutlaka kazanır.”
cümlesinde “kazanır” yüklemdir, “sınava iyi hazırlanmışsa” öğesi ise temel cümleye şart koşan bir yan cümleciktir.
Şart anlamı veren her cümle yapıca şart cümlesi değildir.
“Yarın gelmek üzere şimdi dağılabilirsiniz.”
cümlesinde şart anlamı olmasına rağmen cümle yapısına göre şart cümlesi değildir. “Gelmek” sözü fiilimsi olduğundan cümle girişik bileşik cümledir.

c. İlgi Cümlesi
Çekimlenmiş bir fiilden oluşan yan cümleciğin, temel cümleye “ki” bağlacıyla bağlandığı cümlelerdir. Temel cümle çoğu zaman “ki” den önceki öğedir.
“Anladım ki o da beni seviyormuş.”
cümlesinde “anladım” yüklemdir. “Neyi anladım?” diye sorarsak “o da beni seviyormuş” sözü gelir; bu nesnedir. Aslında bir cümle olabilen söz öbeği nesne görevinde kullanıldığı için yan cümlecik oluşturmuştur. Yükleme “ki” bağlacıyla bağlandığı için cümle ilgi bileşik cümlesidir.

d. İç İçe Bileşik Cümle
Cümle içinde bulunan başka bir cümlenin yüklemin bir öğesi durumunda bulunduğu ya da bir öğenin tamamlayıcısı olduğu cümlelerdir.
“İçeriye girerken duyduğum, dışarıda bekle, sözü beni korkuttu.”
cümlesinde “korkuttu” yüklemdir. “Korkutan ne?” sorusuna “dışarıda bekle, sözü” cevap veriyor. Özne olan bu öğenin içinde bulunan “dışarıda bekle” söz öbeği aslında bir cümle olabilir; çünkü “bekle”, çekimlenmiş bir fiildir. Cümle olabilecekken temel cümlenin öğesi durumunda bulunan bu öğe, bir yan cümleciktir.
Cümlenin yüklemine göre gösterdiği durum da çoğu zaman yapıyla birlikte adlandırılır.

Örneğin;
“Bu konuyu iyi bilmek çok önemlidir.”
cümlesi yüklem isim soylu olduğu için isim cümlesi, “bilmek” yan cümleciğinden dolayı bileşik cümledir. İkisini birden ifade edecek olursak, cümle bileşik isim cümlesidir.

3. Sıralı – Bağlı Cümle
En az iki yüklemi bulunan cümlelerdir.

Örneğin;
“Kalktı, gitti.”
cümlesinde “kalktı” ve “gitti” yüklemleri birbirinin öğesi durumunda bulunmayan ayrı yüklemlerdir ve sıralı cümle oluşturmuşlardır.
Eğer yüklemler birbirlerine bir bağlaçla bağlanmışlarsa buna bağlı cümle denir.
“Aradım, fakat evde yoktun.”
cümlesinde “aradım” cümlesiyle “evde yoktun” cümlesi birbirine “fakat” bağlacıyla bağlanmıştır. Dolayısıyla bağlı cümle oluşturmuştur.
“Seni çağırdım, çünkü sana bir haberim var.”
“Mademki sen de gelecektin, niçin bana haber vermedin?”
“Ne konuyu biliyorsun ne de öğrenmeye çalışıyorsun.”
cümleleri değişik bağlaçlarla bağlanan bağlı cümlelerdir.
Sıralı cümlelerde yüklemlerin ortak öğesi bulunabilir. Bu tür cümlelere bağımlı sıralı cümle denir.

Örneğin;
“Öğrenciler kitaplarını aldılar, çantalarına koydular.”
cümlesinde “aldılar” birinci cümlenin yüklemidir. “Öğrenciler” özne, “kitaplarını” nesnedir. İkinci cümlenin yüklemi “koydular” dır. Bu cümlenin de öznesi “öğrenciler”; nesnesi “kitaplarını”dır. Görüldüğü gibi hem “aldılar” hem “koydular” yüklemlerinin özneleri ve nesneleri ortaktır. Bu nedenle cümle bağımlı sıralı cümledir.
Sıralı cümlede yüklemlerin hiçbir ortak öğesi yoksa cümle “bağımsız sıralı cümle” adını alır.
“Çocuklar bahçede oynuyordu; anneleri onları bekliyordu.”
cümlesinde “oynuyordu” ve “bekliyordu” yüklemlerinin hiçbir ortak öğesinin olmadığını görüyoruz. Dolayısıyla cümle bağımsız sıralı cümledir.

ANLATIM BOZUKLUKLARI

Her cümle belli bir düşünceyi, duyguyu aktarmak için kurulur. Bu cümlenin, ifade edeceği anlamı açık ve anlaşılır bir biçimde ortaya koyması gerekir. Ayrıca mümkün olduğunca gereksiz unsurlardan arındırılmış olmalıdır bu cümle. İşte bu özelliği göstermeyen cümleler, anlatım bakımından bozuktur.
Bu konu ile ilgili, ÖSS’de 5 ya da 6 soru çıkmaktadır. Sadece anlamla ilgili olmayıp dilbilgisi ile de ilgili özellikler gösterdiğinden, daha önceki konuların, özellikle cümle öğelerinin, çok iyi bilinmesi gerekir.
Bu alanda sorulan sorular değişik özellikler gösterir. Bazen bir cümle verilir ve “Bu cümledeki anlatım bozukluğu nasıl giderilir?” diye sorulur, bazen de “Aşağıdakilerden hangisinde anlatım bozukluğu vardır?” şeklinde sorulur.
Anlatım bozukluklarını anlama ve yapıya dayalı bozukluklar olmak üzere iki grupta toplayabiliriz:

1. Anlama dayalı bozukluklar
Bu bozuklukları birkaç bölüme ayırarak inceleyebiliriz.
Gereksiz sözcük kullanılması
Cümlede belirsizlik bulunması
Birbiriyle çelişen ifadelerin bulunması
Sözcüğün anlamca cümleye uymaması
Sözcüklerin yanlış eyleme bağlanması
Mantık hatasının olması
Deyimin yanlış anlamda kullanılması
Sözcüğün yanlış yerde kullanılması
Bazen de bu belirsizlik noktalama işaretleriyle giderilir.
Örneğin;
“Yaşlı adamın yüzüne dalgın dalgın baktı.”
cümlesinde “dalgın dalgın” bakanın “yaşlı” olduğunu belirtmek için, “yaşlı” dan sonra virgül gelmelidir. Aksi takdirde “yaşlı” sözü adam isminin sıfatı olacaktır.
Cümlede gereksiz sözcük kullanılması anlatım bozukluğuna yol açar.
Bir cümlede gereksiz sözcük bulunduğunu anlamak için, sözcük cümleden çıkarılır. Bu durumda cümlenin anlam ve anlatımında bir bozulma oluyorsa o sözcük gerekli, olmuyorsa gereksizdir.
“Herkesi eleştirip tenkit etmek bize hiçbir yarar sağlamaz.”
cümlesinde “eleştirip” sözcüğünün verdiği anlamla “tenkit etmek” sözcüğünün verdiği anlam aynıdır. Öyleyse bu cümlede “eleştirip” sözü gereksizdir. Cümleden çıkarılmalıdır.
“İki kardeşten en küçüğü arkadaşımdı.”
“Bilgili insanlardan yararlanmayı, istifade etmeyi bilmeliyiz.”
cümlelerinde altı çizili sözcükler gereksizdir.
Bir cümlenin anlamı içinde bulunan başka bir sözü cümlede kullanmak da gereksiz sözcük kullanımına girer.
Cümlede böyle bir sözcük varsa, o cümle de anlatım bakımından bozuktur.
“Böyle yüksek sesle bağırmana gerek yok, sağır değilim.”
cümlesinde “bağırmak” zaten yüksek sesle konuşmak anlamındadır. Öyleyse bu sözün anlamı içinde bulunan “yüksek sesle” sözüne gerek yoktur.
Cümlede belirsizlik varsa, o cümle iyi bir cümle değildir.
Bu belirsizlik mutlaka giderilmelidir.

Örneğin;
“Geleceğini babamdan öğrendim.”
cümlesinde “geleceğini” sözü belirsizdir. Çünkü kimin geleceği belli değil. “Onun geleceği” de olabilir; “senin geleceğin” de olabilir. Bu belirsizlik giderilmeli ve sözcüğün kime ait olduğu belirginleştirilmelidir.
Bazı eylemler olumlu durumlarda, bazıları olumsuz durumlarda kullanılır. Eylemin anlamca yanlış yerde kullanılması da anlatım bozukluğuna yol açar.
Örneğin;
“Bana yardım ederek, işi kısa sürede bitirmeme neden oldu..”
cümlesindeki “neden olmak” eylemi daima olumsuz anlamlar verecek biçimde kullanılır. Oysa işin kısa sürede bitirilmesi olumlu bir durumdur. Öyleyse “neden oldu” sözü bu cümlede yanlış kullanılmıştır. Bunun yerine cümle “…bitirmemi sağladı.” şeklinde bitirilebilir.
Bazı cümlelerde mantık hatasının bulunması da o cümlenin anlatımını bozar.
Örneğin;
“Bırakın patates doğramayı yemek bile yapamaz o.”
cümlesinde “bırakın” sözcüğünün cümleye kattığı anlamdan dolayı sanki patates doğramak yemek yapmaktan daha önemliymiş gibi görülüyor. Bu yanlışın düzeltilmesi için cümle,
“Bırakın yemek yapmayı, patates bile doğrayamaz o.”
şeklinde söylenmelidir.
Bazen sözcüklerin bağlandığı ortak eylemler de anlatımda bozukluğa yol açar.
Örneğin;
“Bu davranışıyla bize yarar mı sağladı zarar mı belli değil.”
cümlesinde “yarar” ve “zarar” sözcükleri “sağladı” eylemine bağlanmıştır. Ancak “yarar sağlamak” doğru olsa bile, “zarar sağlamak” doğru değildir. Cümle;
“Bu davranışıyla bize yarar mı sağladı, zarar mı verdi belli değil.”
şeklinde söylenmelidir.
Bu, bazen öğelerin eyleme bağlanmasında da görülür.
Örneğin;
“Ayağına ayakkabı, omzuna şal, üzerine pardesü giyip dışarı çıktı.”
cümlesinde “ayakkabı, şal ve pardesü” sözcükleri “giymek” eylemine bağlanmıştır. Oysa şal giyilmez, atılır.
Cümlede deyimin yanlış yerde kullanılması da cümlenin anlamını bozar.
“Öğretmenin anlattığı konu tüm öğrencilerin dikkatini çekmişti. Herkes kulak kabartmış, öğretmeni dinliyordu.”
cümlesinde “kulak kabartmış” yanlış kullanılmıştır. Çünkü “kulak kabartmak” fark ettirmeden dinlemek anlamındadır. Burada “kulak kesilmek” deyiminin kullanılması gerekirdi.
Bazı sözcüklerin anlamları birbirine karıştırılabilir. Cümledeki sözcüklerin anlamına da dikkat edilmelidir.
Örneğin;
“Çocukların birbiriyle uygunluk içinde olmaları beni sevindirdi.”
cümlesindeki “uygunluk” sözü yanlış anlamda kullanılmıştır. Çünkü burada “uyum” sözü kullanılmalıdır.
Bazen sözcük doğrudur ancak cümlede bulunduğu yer doğru değildir.
Örneğin;
“Yeni elbisemi giymiştim ki kapı açıldı.”
Cümlesinde “yeni” sözünün yeri anlatımda bozukluğa yol açmıştır. Çünkü burada söylenmek istenen, elbisenin yeniliği değil, giymenin yeni yapıldığıdır. Öyleyse cümle;
“Elbisemi yeni giymiştim ki kapı açıldı.” şeklinde olmalıdır.
Aynı anlama gelen ek ve sözcüklerin bir arada kullanılması anlatım bozukluğuna yol açar.
Örneğin;
“Onun beni sevmemesinin nedeni, fikirlerini benimsememiş olmamdandır.”
cümlesinde “nedeni” sözcüğü bir olayın sebebini anlatıyor. Ayrıca “olmamdandır” sözündeki “-dan” eki de neden anlamı veren bir ektir. İkisinin bir arada bulunması cümlenin anlatımını bozmuştur. Cümle,
“Onun beni sevmemesinin nedeni, fikirlerini benimsememiş olmamdır.”
şeklinde düzeltilebilir.
Anlatım bozukluklarının anlama dayalı olanlarını anlattık. yapıya dayalı anlatım bozukluklarını anlatacağız. Bu tür bozukluklar daha çok, Türkçe’nin kurallarıyla ilgili olduğundan, soruları çözebilmek için dilbilgisi kurallarının iyi bilinmesi gerekir. Bu tür bozukluklar şu şekilde sıralanabilir:
Öğe eksikliğinin bulunması
Özneyle yüklem arasında olumluluk-olumsuzluk uyumsuzluğunun bulunması
Özneyle yüklem arasında tekillik-çoğulluk açısından uyumsuzluğun bulunması
Özneyle yüklem arasında şahıs yönünden uyumsuzluğun bulunması
Tamlama uyumsuzluğunun bulunması
Ek uyumsuzluğunun bulunması
Etken-edilgen fiillerin bir arada bulunması
İsim cümlelerinde ekfiilin ortak kullanılması
Şimdi bunları tek tek açıklayalım.
Cümlede, kullanılması gereken bir öğenin bulunmaması, anlatım bozukluğuna yol açar. Bu, daha çok ortak kullanılan öğelerde görülür. Çünkü Türkçe’de her fiil, öğeleri aynı eklerle kendine bağlamaz.

Örneğin;
“Kardeşini yanına çağırdı, bir şeyler söyledi.”
cümlesindeki öğeleri inceleyelim: “Çağırdı” ve “söyledi” yüklemdir. Çağrılan ve söylenen kişi ise “kardeşi” dir. Yani “Kardeşini” öğesi her iki yüklemin ortak öğesidir. Bu ortak öğeyi yüklemlerle kullanalım. “Kardeşini çağırdı” doğrudur; ancak “kardeşini bir şeyler söyledi.” denmez, “kardeşine bir şeyler söyledi.” olmalı. “Kardeş” sözcüğünü iki kez kullanmamak için “ona” da diyebiliriz.
Başka bir örnek verelim:
“Arkadaşlarını pek sevmez, hatta çoğu zaman nefret ederdi.”
cümlesinde, sevmediği kişiler ile nefret ettiği kişiler aynıdır, yani “arkadaşları” ortak öğedir. Ancak “arkadaşlarını sevmez” dense de “arkadaşlarını nefret ederdi.” denmez; “arkadaşlarından nefret ederdi.” denmeli ya da onun yerine geçen “onlardan” sözü kullanılmalıdır.
Görüldüğü gibi bu tür bozukluklar daha çok sıralı cümlelerde görülüyor, ancak bileşik cümlelerde de bu tür öğe eksiklikleri görülebilir.
Türkçe’de bazı özneler olumlu, bazıları olumsuz anlamlar verir. Buna göre yüklemlerin de olumlu, olumsuz çekimlenmesi gerekir.

Örneğin;
“Hiç kimse okula gelmedi, geziye gitti.”
cümlesinde gelmeyen ve gidenler aynı kişiler, ancak “hiç kimse” olumsuz bir öznedir ve yüklemi daima olumsuz çekimlenir. Oysa “gitti” olumlu bir çekimdir. Yani ikinci cümle özneyle uyum sağlamamıştır. Buna “hepsi” şeklinde bir özne getirilmelidir.
Gerçi bu, sadece özneyle ilgili bir durum değildir. Bu tür sözcükler başka öğe durumunda bulunduklarında da yüklem aynı özelliği gösterir.

Örneğin;
“Öğretmenimiz hiçbirimizi azarlamaz, çok severdi.”
cümlesinde, yine “hiçbirimizi” olumsuz olduğundan “hiçbirimizi severdi” şeklinde kullanılmaz; “hepimizi severdi” olmalıdır.
Cümlede öznenin ifade ettiği şahıslarla yüklemin bildirdiği şahıs arasında bir uyum olmalıdır.
Özne birinci tekil, ikinci tekil (ben, sen); birinci tekil, üçüncü tekil (ben, o); birinci tekil, ikinci çoğul, (ben, siz); birinci tekil, üçüncü çoğul (ben, onlar) şahıslardan oluşuyorsa yüklem, daima birinci çoğul şahısa göre çekimlenir.
“Bu işi ancak ben ve sen halledebiliriz.”
“Dışarıda sadece ben ve o küçük çocuk kalmıştık.”
“Ben ve siz yarışmada eşit durumda değildik.”
“Ben ve birkaç yaşlı adam, kahvede uzun bir sohbete dalmıştık.”
cümleleri buna örnek gösterilebilir.
Eğer özne ikinci tekil ve üçüncü tekil (sen, o); ikinci tekil ve ikinci çoğul (sen, siz); ikinci tekil ve üçüncü çoğul (sen, onlar); şahıslardan oluşuyorsa, yüklem ikinci çoğul şahısa göre çekimlenir. Ancak ikinci tekil ve birinci çoğul (sen, biz) şahıslar özne olursa yüklem birinci çoğul şahısa göre çekimlenir.
“Sen ve annen burada ne yapıyordunuz?”
“Sen hatta hepiniz bu konuda suçlusunuz.”
“ Sen ve buradaki konukların, bize yarın gelebilirsiniz.”
“Galiba sonunda senle biz aynı sonuca ulaştık.”
cümleleri buna örnektir.
Öznenin insan ya da başka varlıklar olması da yüklemin tekil veya çoğulluğunu etkiler. Eğer özne bitkiler, hayvanlar, cansız varlıklar ya da soyut kavramlarsa, yüklem daima tekil olur. İnsanlar çoğul özne olduğunda ise yüklem tekil veya çoğul olabilir.
“Kuşlar dallara kondular.” değil “Kuşlar dallara kondu.”
“Sevgiler gizli kaldıkça güzelleşirler.” değil “güzelleşir.” olacak.
“Çocuklar geldi.” şeklinde de doğrudur, “Çocuklar geldiler.” de.
Bazen özneyle yüklem arasındaki uyumsuzluk, öznenin anlamından kaynaklanır.

Örneğin;
“Nüfus sayımı bu yıl yapıldı, bir hayli artmış.”
cümlesinde “yapıldı” yükleminin öznesi “nüfus sayımı”dır, “artmış” yükleminin öznesi ise “nüfus” olacaktır. Ancak cümlede “nüfus” diye bir özne yoktur. Sanki nüfus sayımı, “artmış” yükleminin öznesi olmuştur. Bu ise anlamca uygun değildir.
Sıfat ve isim tamlamalarının aynı tamlanana bağlanması anlatım bozukluğuna yol açar. Çünkü isim tamlamalarında tamlanan iyelik eki aldığı halde sıfat tamlamalarında tamlanan ek almaz. Dolayısıyla tamlananlar, niteliği farklı olduğundan, ortak kullanılamaz.

Örneğin;
“Kaza yerine birçok askeri ve polis aracı geldi.”
cümlesinde “araç” sözü hem “askeri” hem “polis” sözcüklerinin tamlananı durumundadır. Ancak “polis aracı” isim tamlamasıdır ve tamlanan iyelik eki almıştır. “Askeri” sözcüğü ise sıfat olabilecek bir sözcüktür ve “askeri araç” şeklinde sıfat tamlaması yapar; tamlanan da ek almaz. Dolayısıyla araç sözcüğü ortak tamlanan olarak kullanılamaz. Cümle;
“Kaza yerine birçok askeri araçla polis aracı geldi.”
şeklinde olmalıdır.
Burada ayrıca sıfat tamlamalarında görülen bir özelliği de ifade edelim. Türkçe’de sıfatlar çoğul anlam verirse isimler çoğul eki almaz. Bu özellik genellikle belgisiz sıfatlarda görülür.

Örneğin;
“Geceye birçok davetliler katıldı.”
cümlesinde “birçok” sıfatı çoğul bir anlam verdiği halde davetliler sözü de çoğul eki almıştır. Cümleden çoğul eki çıkarılmalıdır.
Cümlede eklerin eksik kullanılması cümlenin anlatımını bozar.

Örneğin;
“Her ülke, dünya devletleri arasında önemli bir yer edinmek için, ekonomik açıdan gelişmesi gerekir.”
cümlesinde “gelişmesi” sözcüğündeki iyelik ekinin, sözcüğü nereye bağladığı belli değil; “kimin gelişmesi gerekir?” diye sorarsak “ülkenin” cevabı gelir. Öyleyse “ülke” sözcüğüne ilgi eki (-in) getirilmelidir.
Bazen de bu durumun tersi görülür.
“Sanatçının, topluma yararlı bir kişi olmak için, eserinde mutlaka toplum sorunlarına yer vermelidir.”
cümlesinde “yer veren kim?” sorusuna “sanatçı” cevap verir. Oysa cümlede “sanatçının” denmiş. Ya bu sözcükteki ilgi eki kaldırılmalı ya da yüklem “vermesi gerekir” şeklinde değiştirilmelidir.
Bazı cümlelerde ise sözcükleri birbirine bağlayan ekler yanlış kullanılmıştır.

Örneğin;
“Senin en beğendiğim yanın, derslerine düzenli çalıştığındır.”
Cümlede öğeleri ortak olarak kullanan etken ve edilgen fiiller bir arada bulunmaz.

Örneğin;
“Bütün yemekleri hazırlayıp bir kenara koyulmalıdır.”
cümlesinde “hazırlamak” etken “koyulmalıdır” edilgen fiillerdir. Bunların aynı öğelerle kullanılması bozukluğa yol açmıştır. Cümle;
“Bütün yemekler hazırlanarak, bir kenara koyulmalıdır.”
şeklinde düzenlenirse bozukluk giderilir.
Sıralı isim cümlelerinde ekfiilin kullanılması da bazen bozukluğa yol açar.

Örneğin;
“O yaşlı şair geleneklere bağlı, ama yeniliklere kapalı değildi.”
cümlesinde iki yargı vardır: Şairin geleneklere bağlı olduğu, aynı zamanda yeniliklere de kapalı olmadığı, oysa cümlede “bağlı” sözü yüklem gibi kullanılmadığından “değildi” edatına bağlanıyor ve böylece şairin geleneklere bağlı olmadığı anlamı çıkıyor. Bunu engellemek için “bağlı” sözü “bağlıydı” şekline getirilmelidir.

SES BİLGİSİ

SES BİLGİSİ
Her dilde olduğu gibi, dilimizde de sesler ünlü ve ünsüz olmak üzere iki grupta incelenir. Bir sözcükte ünlüler arasında olduğu gibi ünsüzler arasında da bazı özellikler, hatta ünlülerle ünsüzler arasında bazı özellikler vardır. Bunları belli başlıklar altında inceleyelim.

BÜYÜK ÜNLÜ UYUMU
Türkçe’de sekiz ünlü vardır. Bunlardan a, ı, o, u kalın, e, i, ö, ü incedir. Bir sözcükte kalın ünlülerden sonra kalın, ince ünlülerden sonra ince ünlülerin gelmesi kuralına büyük ünlü uyumu denir.

Örneğin;
“öğretmen” sözcüğü, bütün ünlüleri ince olduğu için kurala uyar, “asker” sözcüğü “a” kalın “e” ince ünlü olduğundan kurala uymaz.
Üniversite sınavlarında bununla ilgili bir soru bugüne dek sorulmamıştır.

KÜÇÜK ÜNLÜ UYUMU
Bir sözcükte düz ünlüden sonra düz, yuvarlak ünlüden sonra düz – geniş veya dar – yuvarlak ünlülerin gelmesi kuralıdır. Özetle bu kurala göre;
a, ı
e, i
Ş
Ş
a, ı
e, i
a, ı, e, i ünlüleri birbirinden sonra gelebilir.
o, ö, u, ü ünlülerinden sonra ise u, ü, a, e gelebilir.
Bundan da soru çıkmadığından üzerinde fazla durmuyoruz.

ÜNSÜZ BENZEŞMESİ
Dilimizde ünsüzler sert ve yumuşak olmak üzere iki gruba ayrılır.
Sert ünlüler “ç, f, t, h, s, k, p, ş” ünsüzleridir. Bunun dışında kalanlar ise yumuşak ünsüzlerdir.
Bir sözcük sert bir ünsüzle bitiyor ve o sözcüğe ünsüzle başlayan bir ek geliyorsa, ekin başındaki ünsüz sertleşir. Buna ünsüz benzeşmesi denir. Elbette bu benzeşme sert ve yumuşak şekli olan seslerde söz konusudur. Bu özelliği dört seste görüyoruz;
p,
¯
b
ç,
¯
c
t,
¯
d
k
¯
ğ(g)
Sert ünsüzler

Yumuşak ünsüzler

Şimdi bu kuralı örneklendirelim:
“Kitap” sözcüğünün sonundaki “p” sesi serttir. Bu sözcüğe biz “-de” hal ekini getirirsek “kitapda” sözü oluşur. Bu durumda ekin başındaki “d” sesi yumuşak olduğundan sözcükte ünsüz benzeşmesine aykırı bir durum görülür. Kurala uyulması için, “d” sesi sertleşmelidir. Bunun serti ise, yukarıda göstermiştik, “t” dir. Dolayısıyla sözcük, “kitapta” olacaktır.
okul-dan
av-cı
bil-gin
al-dı

okuldan
avcı
bilgin
aldı
ağaç-dan
ocak-cı
seç-gin
kaç-dı
ağaçtan
ocakçı
seçkin
kaçtı
Yukarıdaki sözcüklerde eklerin sözcüğe nasıl uyduğu görülüyor. Birinci gruptaki sözcüklerde ek, yumuşak ünsüzle biten sözcüklere geldiğinde değişmemiş, ancak ikinci gruptaki sert ünsüzlere geldiği zaman sertleşmiştir.
Bu durum sadece çekim eklerinde değil yapım eklerinde de geçerlidir.
Ekler sayılara geldiğinde de aynı durum geçerlidir. Sayının sesleri nasılsa ek de öyle olmalıdır.
11’de
8’den
5’te
3’ten

Özel isimlerde de aynı kural geçerlidir.
Samsun’dan
Emin’de
Sinop’tan
Yunus’ta

ÜNSÜZ YUMUŞAMASI
İki ünlü arasında kalan sert ünsüzler yumuşar. Buna “ünsüz değişimi” denir. Elbette bu özellik, ancak yukarıda da söylediğimiz sert ve yumuşak şekli bulunan seslerde geçerlidir. Bunlar p, ç, t, k sert sessizleridir. Örneğin; “ağaç” sözcüğüne -i hal ekini getirsek, sözcüğün sonundaki “ç” sert sessizi yumuşayarak “c” olur; yani “ağacı” şeklinde yazılır.
dolap
çekiç
kanat
yemek




a
e
ı
e

dolaba
çekice
kanadı
yemeğe
(dolaba baktı)
(çekice uzandı)
(kanadı kırıldı)
(yemeğe gitti)
Yukarıdaki örneklerde sert sessizlerin yumuşadığı görülüyor.
Ancak bu kural her sözcükte geçerli değil.

Örneğin;
“Davranışları, doğruluğunun kanıtıdır.”
cümlesinde altı çizili sözdeki “t” sert ünsüzü iki ünlü arasında kaldığı halde yumuşamamıştır.
Hangi sözcükte bu yumuşamanın olacağı hangisinde olmayacağı, belli bir kurala bağlanamaz. Hatta tek heceli sözcüklerin çoğunda olmazken, bazılarında olabilir. Bunu sözcüğün günlük kullanımlarını dikkate alarak anlayabilirsiniz.
tek
çok


i
u
®
®
teki
çoğu
(onların teki bile gelmedi)
(çocukların çoğu buradaydı)
görüldüğü gibi birincide değişim olmadığı halde ikincide olmuştur.
Dilimize Arapçadan geçen ve son hecesindeki ünlünün uzun okunduğu kelimelerde ünsüz değişimi yapılmaz.
“Sınavda hukuku seçecekmiş.”
cümlesindeki altı çizili söz buna örnektir.
Bazı sözcüklerde ise ses iki ünlü arasında kalmamasına rağmen yumuşar.
kalp
art
renk
harç




i
ı
i
ı
®
®
®
®
kalbi
ardı
rengi
harcı
(kalbi ağrıyor)
(ardına bakma)
(rengi solmuş)
(harcı getirin)
Görüldüğü gibi iki ünlü arasında kalmadığı halde “p, ç, t, k” sert ünsüzleri yumuşamıştır. Bazı sözcüklerde ise bu seslerin yumuşamadığı görülür.

Örneğin;
“Sonunda işler sarpa sardı.”
cümlesinde altı çizili sözcükte yumuşama olmamıştır.

Örneğin;
“Zonguldak’a yerleştiklerini duydum.”
cümlesinde altı çizili sözdeki “k” sert sessizi yumuşamamış ancak biz onu okurken “Zonguldağa” diye okumalıyız.

SES DÜŞMESİ
Sözcüğün aslında bulunduğu halde, ek geldiğinde bazı sesler düşebilir. Bu düşme hem ünlülerde hem ünsüzlerde görülür.

Ünlü Düşmesi
Sözcüğün aslında bulunan bir ünlünün düşmesidir.

Örneğin;
“Yapraklar daha şimdiden sarardı.”
cümlesinde sözcüğün aslı “sarı”dır; “-ar-” eki geldiğinde sözcüğün sonundaki “ı” düşmüştür.

* * *
Ünlü düşmesinin en yaygın kullanımı ise “Hece düşmesi” adıyla anılan kuraldır. Buna göre, sözcüğün son hecesinde bulunan dar ünlüler, ünlüyle başlayan bir ek sözcüğe eklendiğinde düşer. Bu özellik bazı organ isimlerinde, Arapçadan dilimize geçen bazı sözcüklerde, bazı Türkçe fiillerde görülür.
sabır
akıl
burun
gönül
savurmak
devirmek
kahır

ı
ı
u
üm
savrulmak
devrilmek
olmak

sabrı (sabrım tükendi)
aklı (aklımı seveyim)
burnu (burnu kanıyor)
gönlüm (gönlümü çaldı)
savrulmak (savruldu çiçekler)
devrilmek (devrildi ağaçlar)
kahrolmak (kahrolsun)

Örneğin;
“Kahvaltıya hazırlanın.”
cümlesinde altı çizili söz “kahve altı” sözlerinin birleşmesinden oluşmuş, bu sırada “kahve” sözündeki “e” düşmüştür.

Ünsüz Düşmesi
Sözcüğün aslında bulunan ünsüzün, ek geldiğinde düşmesidir.

küçük
¯
büyük
¯


cük

cek

küçücük

büyücek
örneklerinde sözcüklerin sonlarında bulunan “k” ünsüzlerinin düştüğü görülüyor.

SES TÜREMESİ
Sözcüğün aslında olmadığı halde, ek geldiğinde ortaya çıkan seslerdir.
genç
¯
bir
¯
az
¯


cik

cik

cık

gencecik

biricik

azıcık
örneklerinde ünlü türemesi görülmektedir. Buna benzer bazı sözcükler de vardır. Bunlar “öpücük, gülücük” gibi fiilden türeyen sözcüklerdir. Ancak “-cik”” eki isim soylu sözcüklerden yeni sözcükler türetebilir. Fiilden türeyen bu sözcüklerin “öpüşcük, gülüş – cük” gibi sözcüklerden “ş” sesinin düşmesiyle oluştuğunu söylemek daha mantıklı olacaktır. Dolayısıyla bir ünlü türemesinin olduğunu söylemek bu sözcükler için pek doğru olmaz.
Bazen sözcüklerde ünsüz de türeyebilir. Arapçadan dilimize geçen his, af, zan gibi sözcükler ek ya da yardımcı fiil aldıklarında, sonlarındaki sessizler çiftleşir.
his
af
zan



etmek
etmek
etmek
®
®
®
hissetmek
affetmek
zannetmek
örneklerinde bu görülüyor. Burada aslında bir ses türemesinden çok sözcüğün Arapçadaki aslında bulunan şeklinin ortaya çıktığını söyleyebiliriz. Ancak sözcükler Türkçe kurallara göre incelendiğinden, bu, türeme olarak alınagelmiştir.

ÜNLÜ DARALMASI
Sözcüklerin sonlarında bulunan geniş ünlüler (a, e) özellikle “-yor” ekinin darlaştırıcı özelliğinden dolayı daralarak, ı, i, u, ü dar ünlülerine dönüşür. Buna ünlü daralması denir.
bekl = e-
kalm = a-
özl = e-
soll = a-

yor
yor
yor
yor

bekli=yor
kal=mıyor
özlü=yor
sollu=yor
örneklerinde bu daralma görülmektedir. “-yor” ekin den başka bir ekin ya da sesin darlaştırma özelliği yoktur. Ancak tek heceli olan “de- , ye-” fiilleri, kendinden sonra gelen “y” sesinden dolayı darlaşabilir.
de
de
de



yor
erek
en

diyor
diyerek
diyen
ye
ye
ye


yiyor
yiyerek
yiyen
Ancak bazen darlaşma olmayabilir.
de

ince
®
deyince

KAYNAŞTIRMA HARFLERİ (KORUYUCU ÜNSÜZLER)
Türkçe kurallara göre bir sözcükte iki ünlü yan yana gelmez. Araya kaynaştırma harfi girer. Türkçe’de dört tane kaynaştırma harfi vardır: ş, s, n, y.
Bunların her birinin özel kullanım yerleri vardır.

ş kaynaştırma harfi:
Üleştirme sayı sıfatlarında kullanılır.
İki-ş-er, altı-ş-ar, yedi-ş-er

s kaynaştırma harfi
Üçüncü tekil şahıs iyelik ekinden önce kullanılır.
Daha çok isim tamlamalarında tamlanan görevindeki sözcükte görülür.
Çocuğun oda-s-ı
Balığın koku-s-u
Ancak “su” ve “ne” kelimeleri bu kurala uymaz:
Yemeğin su-y-u yok.
Çocuğun ne-y-i kaybolmuş.
örneklerinde olduğu gibi

n kaynaştırma harfi:
Zamirlerden sonra ek geldiğinde kullanılır.
O-n-a haber verin
Bu-n-u biliyoruz.

İyelik eklerinden sonra hal eki gelirse kullanılır.
Çocuğun kitabı-n-ı almışlar.
Fakirin evi-n-i yıkmışlar.

İlgi eklerinden önce kullanılır.
Soba-n-ın kapağı düşmüş.
Sene-n-in sonu geldi.
Kasaba-n-ın sıcağı çok bunaltıcı.

y kaynaştırma harfi:
Yukarıdaki kuralların dışında olan her yerde “y” kaynaştırma harfi kullanılır.
Oda-y-a girdim.
Üşü-y-erek uyandım.
Ağla-y-anı tanıyorum.

Kaynaştırma harfleri aslında iki ünlü arasında kullanılır. Ancak bazen iki ünlü arasına gelmediği halde de kullanıldığı olur.
Özellikle “ile, idi, imiş, ise” gibi sözcükler ünlüyle biten bir sözcüğe eklendiğinde baştaki “i” ünlüsü düşer ve yerine “y” kaynaştırma harfi gelir.
silgi
soba
hasta
kısa
bitti





ile
ile
idi
imiş
ise

silgiyle
sobayla
hastaydı
kısaymış
bittiyse
Örneklerinde görüldüğü gibi “y” kaynaştırma harfi iki ünlü arasında değildir.
Bu durum “n” kaynaştırma harfinde de görülebilir. Zamirlerden sonra hal eki geldiğinde gerekmese de bu harf bulunur.

Örneğin;“Ondan bunu hiç beklemezdim.”
cümlesinde altı çizili sözcükte “n” kaynaştırma harfi iki ünlü arasında değildir.

ULAMA
Sessizle biten sözcükten sonra sesliyle başlayan bir sözcük gelirse, iki sözcük birbirine bağlanarak okunur. Buna ulama denir.
Bakkaldan ekmek aldım.
cümlesinde iki yerde ulama yapılmıştır. Sözcükler arasında herhangi bir noktalama işareti varsa ulama yapılmaz.

NOKTALAMA İŞARETLERİ

NOKTALAMA İŞARETLERİ
Dilimizde ilk kez Tanzimat döneminde kullanılan noktalama işaretleri, yazının daha kolay anlaşılmasını sağlar. Yazının okunmasını kolaylaştırır ve anlam karışıklığına düşülmesine engel olur.
Biz konuşurken cümlede anlatmak istediklerimizi ses tonumuzla açık olarak ortaya koyabiliriz. Nerede duracağımızı nerede vurgu yapacağımızı biliriz. Ancak yazıda böyle bir vurgulama yapamadığımızdan, bunu noktalama işaretleriyle sağlamaya çalışırız.
Şimdi noktalama işaretlerinin neler olduğunu ayrıntılarıyla görelim.

NOKTA (.)
Anlamca tamamlanmış cümlelerin sonunda kullanılır.
“Bu konuyu mutlaka öğrenmeliyim.”
“Seni de bekliyoruz bu akşamki yemeğe.”

Sözcüklerin kısaltılarak yazılmaları halinde kullanılır.
“Seni bir de Dr. Ali Bey’e götürelim.”
“Askerlere Yzb. Ahmet emir vermiş.”
Sözcüklerin baş harflerinin alınmasıyla yapılan kısaltmalarda artık nokta kullanılmıyor.
“Arkadaşım DSİ’de çalışıyormuş.”

Rakamla yazılan tarihler arasında kullanılır.
“15.5.1995 tarihinde anlaşma imzalandı.”

Sıra bildiren “-ncı, -nci” eklerinin yerine kullanılır.
“Şimdi de 2. maddeyi inceleyelim.”

Saat ve dakikaların yazımında kullanılır.
“Bugün 8.45’te toplantı var.”

VİRGÜL (,)
Eş görevli sözcük ve söz öbeklerinin aralarında kullanılır.
“Kitaplarını, defterlerini, kalemlerini alıp gitti.”
cümlesinde nesnelerin ayrılmasında,
“Kırmızı, güzel bir arabası vardı.”
cümlesinde sıfatların ayrılmasında kullanılmıştır.

Anlamca karışan öğelerin ayrılmasında kullanılır.
“Yaşlı kadının yanına yaklaştı.”
“Yaşlı, kadının yanına yaklaştı.”
cümlesinde virgül özneyi ayırmakta kullanılmıştır. Eğer olmasaydı, “yaşlı” sözü sıfat olurdu.

Arasözlerin başında ve sonunda kullanılır.
“Bu evi, çocukluğumun geçtiği yeri, asla sattırmam.”

İçinde başka virgül bulunmayan sıralı cümlelerin ayrılmasında kullanılır.
“Beni çağırdı, kendisi gelmedi.”

Cümle içindeki ünlem bildiren sözcüklerden sonra kullanılır.
“Yoo, bu kadarına dayanamam!”

Seslenme bildiren sözcüklerden sonra kullanılır.
“Arkadaşlar, biraz beni dinler misiniz?”

NOKTALI VİRGÜL ( ; )
Öğe sayısı fazla olan ya da cümle içinde virgül bulunan sıralı cümleler arasında kullanılır.
“Öğretmen, elindeki not defterini açtı; sözlü yapacağı bir öğrenci aradı.”

Bir bağlaçla birbirine bağlanan cümleler arasında bağlaçtan önce kullanılır.
“Beni davet etmediniz; ama bunun için size kızmıyorum.”

Aralarında nitelik farkı bulunan söz öbeklerinin ayrılmasında kullanılır.
“Sözcükler isim, sıfat, zamir, zarf; edat, bağlaç, ünlem; fiil gibi gruplara ayrılabilir.

Öznenin diğer öğelerle karıştığı yerlerde kullanılır.
“Küçük; eski bir eve girdi.”
cümlesinde giren “küçük”tür. Eğer virgül koysaydık bu sözcük evin sıfatı olarak da düşünülebilirdi.

İKİ NOKTA ( : )
Bir cümlede açıklama yapılacaksa, açıklamaya başlamadan hemen önce iki nokta kullanılır.
“Türkçe’de sözcük kökleri iki ana gruba ayrılır: İsim ve fiil.

Kavramlar tanımlanırken ya da açıklanırken kullanılır.
İsim: Varlıkları, kavramları karşılayan sözcüklerdir.

Konuşma metinlerinde kullanılır.
Ahmet: “Ne zaman geldiniz eve?” diye sordu.

ÜÇ NOKTA (…)
Benzer örneklerin sürdürülebileceğini göstermek için kullanılır.
“Bahçede elma, portakal, … daha birçok meyve ağacı vardı.”

Anlamca tamamlanmamış cümlelerin sonunda kullanılır.
“Bir de istediğimi almamışsa….”

Söylenmek istenmeyen sözler yerine kullanılır.
“Bu suçu … işlemiş olabilir.”

Bir alıntının alınmayan yerleri yerine kullanılır.
Ahmet Haşim “… sözden ziyade musikiye yakın …” sözleriyle tanımlamıştır şiiri.

Sözün bir yerde kesildiğini anlatmak için kullanılır.
– Niçin gelmedin?
– Benim …
– Mazereti bırak da gerçeği söyle.

Yüklemi bulunmayan cümlelerin sonunda kullanılır.
“Karşıda başı dumanlı dağlar … Yan tarafta küçük bir dere …”

SIRA NOKTALAR (…..)
Şiirde alınmayan dizelerin, yazıda alınmayan bölümlerin yerine kullanılır.
Ne sitem ne korku yalnızlıktan
…..
Süslenmiş gemiler geçse açıktan
…..
dizelerindeki kafiyeleri inceleyelim.

Konuşmalarda kişinin sustuğunu göstermek için kullanılır.
– Neden geldin?
– …..
– Seni o mu çağırdı?

KISA ÇİZGİ (-)
Bir olayın başlangıç ve bitiş tarihleri arasında kullanılır.
“Bu savaş 1939 – 1945 yılları arasında olmuştur.”

Birbiriyle ilgili ülke ya da kavram isimleri arasında kullanılır.
“Türkiye – Suriye ilişkileri biraz gergin.”
“Devlette yasama – yürütme – yargı organları net olarak ayrılmalıdır.”

Cümle içindeki arasözlerin başında ve sonunda kullanılır.
“Bu konuyu – sen de hatırlarsın – onunla konuşmuştuk.”

Cümle sonunda sözcük yarım kaldığında kullanılır.
“Şiir konusunda onun da benimle aynı görüşte olduğunu duyunca çok sevindim.”
Eğer satır sonunda özel isim bitmiş ve ona ait olan ek diğer satıra düşmüşse, arada kısa çizgi değil kesme (‘) kullanılır.
“Sizinle geçen yıl bugün yine aynı şehirde Ankara’da karşılaşmıştık .”

Dilbilgisinde eklerin ve mastar halindeki fiillerin gösterilmesinde kullanılır.
“Kitapçı” sözcüğü “-çı” yapım ekini almıştır.
“Çalışkan” sözcüğü “çalış-” fiilinden türemiştir.

Osmanlıca tamlamalarda kullanılır.
“Servet-i Fünun edebiyatından sonra Fecr-i Ati topluluğu gelir.”

UZUN ÇİZGİ (—)
Konuşma metinlerinde, konuşmaların başında kullanılır.
– Sen de bizimle gelecek misin?
– Neden gelmeyeyim?
– Hiç, sordum sadece.

KESME İŞARETİ (‘)
Özel isimlere gelen çekim eklerinin ayrılmasında kullanılır.
“Bu konuda bir de Ahmet’in fikrini alalım.”
Eğer özel isim, yapım eki almışsa çekim ekleri kesmeyle ayrılmaz.
“Bu soruyu bir de İzmirlilere soralım.”

Sayılara ek getirilirken kullanılır.
“Toplantı 10.45’te başlayacaktır.”

Kısaltmalara ek geldiğinde kullanılır.
“Sorun BM’de görüşülecekmiş.”

İki sözcüğün kaynaştırılarak söylenmesi sırasında ses düşmesi olursa ya da şiirde vezin gereği ses düşmesi yapılmışsa kullanılır.
“Acep bu yerde var m’ola
Şöyle garip bencileyin”
“Yine n’oldu da ağlıyorsun?”

Anlamca karışan sözcüklerin yazımında kullanılır.
“Bu sorunun nasıl çözüleceğini bilmiyorum.”
Cümleside altı çizili sözün “soru” mu yoksa “sorun” mu olduğu belli değil. Bu karışıklığı kesmeyle giderebiliriz.
“Bu soru’nun nasıl çözüleceğini bilmiyorum.”
cümlesinde sözcüğün “soru” olduğu açıklanmış olur.

SORU İŞARETİ (?)
Soru anlamı taşıyan cümlelerin sonunda kullanılır.
“Sana bu haberi kim verdi?”

Sözcüğün karşıt anlamının ifade edilmek istendiği yerlerde kullanılır.
“Burada ondan daha akıllı (?) biri var mı ki?

Kesin olarak bilinmeyen tarihler yerine kullanılır.
“Yunus Emre (? – ?) Tekke şiirinin kurucusudur.”

TIRNAK İŞARETİ (“ ”)
Cümle içinde başkasına ait sözlerde kullanılır.
O bana: “Şimdi sizinle gelemem.” demişti.

Cümle içinde geçen kitap, dergi isimleri tırnak içine alınabilir.
Bu derste “Aşk-ı Memnu” romanını inceledik.
Tırnak içindeki söze ek gelirse, tırnaktan sonra gelir ve kesme kullanılmaz.
Siz bir de Haşim’in “O Belde” sini okuyun.

Cümlede önemsenen, vurgulanmak istenen sözcükler tırnak içine alınabilir.
Benim söylediklerim “vaad” değil “gerçek”tir.

Alıntılar tırnak içine alınarak verilir.
Yunus’un “Bana seni gerek seni” dizesi, amacını ortaya koyar.
Tırnak içindeki cümlenin içinde bir tırnak daha kullanmak gerekirse bu kez tekli tırnak (‘ ’) kullanılır.
“Haşim, şiirin yoruma açık olmasını ister ve daima ‘Şiir her okuyanda ayrı duygular uyandırmalıdır.’ der.”

PARANTEZ (AYRAÇ) İŞARETİ ( ( ) )
Cümle içinde bir sözcüğün eş anlamlısı verilirse kullanılır.
“Bu dizede teşhis (kişileştirme) yapılmış.”

Cümledeki herhangi bir sözcüğün açıklanması durumunda kullanılır.
“Kıbrıs konusunda iki ülke (Türkiye ve Yunanistan) hiçbir zaman anlaşamaz.”

Cümle içinde kullanılan tarihler ya da bir sözcüğün anlamıyla ilgili noktalamalar parantez içine alınır.
“Bu öğretim yılında (1993 – 1994), devlet yine gelişmiş (?) eğitim sistemleri deneyecekmiş.”

Yabancı sözcüklerin okunuşu parantez içinde gösterilir.
“Bacon (Beykın) ünlü bir deneme yazarıdır.”

Tiyatro metinlerinde hareketleri anlatan bölümler parantez içine alınır.
“Kadın (başını öne eğerek): “Bilmiyorum.” dedi.

ÜNLEM İŞARETİ (!)
Ünlem cümlelerinin sonunda kullanılır.
“Hey, bana baksana sen!”
“Yandım!”
“Aman Allah’ım!”

Bir sözün yanında parantez içinde ünlem işareti bulunuyorsa, o söze inanılmadığını gösterir.
“Ne kadar nazik (!) biri olduğunu göreceksin.”

YAZIM KURALLARI

YAZIM KURALLARI
Sözcüklerin ve harflerin yazılışıyla ilgili belli kurallar da vardır. Bunları şimdi ayrı ayrı göreceğiz.

BÜYÜK HARFLERİN KULLANILDIĞI YERLER
Her cümle büyük harfle başlar. Ancak sıralı cümlelerde, cümleler arasında noktalı virgül kullanıldığında, bu işaretten sonraki cümle küçük harfle başlar.
“Her sabah, erkenden kalkarım; işe geç kalmamaya özen gösteririm.”
cümlesinde birinci cümle büyük harfle başladığı halde, ikinci cümle küçük harfle başlamıştır.

Kitap, dergi isimleri, kurum, kuruluş isimleri ve diğer özel isimler daima büyük harfle başlar.
“Ben bu Yalnızız romanını çok beğeniyorum.”
“Sonunda Milli Eğitim Bakanlığı’nda iş bulmuş.”

Özel isimlere bağlı ünvan ve lakaplar özel isimden önce de gelse sonra da, büyük harfle başlar.
“Bunu yapsa yapsa Borazan Mustafa yapar.”
“Bugün bize Avukat Rıza Bey gelecek.”

Ay, Güneş, Dünya ve öteki gezegen isimleri gerçek anlamıyla kullanılırsa büyük harfle, mecaz anlama gelirse küçük harfle başlar.
“Artık Dünya’nın Güneş’e uzaklığı biliniyor.”
cümlesinde altı çizili sözcükler gerçek anlamda olduklarından büyük harfle başlamış ve ekler kesmeyle ayrılmıştır.
“Haberi duyunca dünyalar benim oldu sanki.”
cümlesinde altı çizili söz mecaz anlamda olduğundan küçük harfle başlamış ve ekler ayrılmamıştır.

Yön bildiren isimler, yönünü bildirdiği isimden önce gelirse (yani sıfat olursa) büyük harfle, sonra gelirse küçük harfle başlar.
“Bu derste Kuzey Anadolu’yu göreceğiz.”
“Bu derste Anadolu’nun kuzeyini göreceğiz.”
cümlelerinde altı çizili söz birinci cümlede sıfat olmuş ve büyük harfle yazılmış, ikincide isim olmuş ve küçük harfle yazılmıştır.

Tarihler arasında kullanılan gün ve ay isimleri büyük harfle başlar.
“30 Mart 1994 Pazartesi günü bir oğlum oldu.”
“Buraya her yıl mart ayında gelirler.”
Cümlelerinde tarihler arasında kullanıldığı birinci cümlede büyük harfle başlatılan “mart” sözü tarihler arasında olmadığı ikinci cümlede küçük harfle başlatılmıştır.

“Mİ” SORU EDATININ YAZIMI
Bu edat kendinden önceki sözcüğe ayrı, kendinden sonraki eklere bitişik yazılır.
“Bunu biliyor musunuz?
“Bu olayı Emre’ mi anlattı?”yanlış
“Bu olayı Emre mi anlattı?”
doğru

İKİLEMELERİN YAZIMI
İkilemeyi oluşturan sözcüklerin arasına hiçbir noktalama işareti getirilmez.
“Olanları bana bir, bir anlattı.”
yanlış
“O buraya aşağı-yukarı iki saatte bir uğrar.”
yanlış
cümlelerinde birincide virgül, ikincide kısa çizgi, yazım yanlışına neden olmuştur.

Pekiştirmeli sözcükler ise daima bitişik yazılır.
“Koskocaman adamsın, sapasağlamsın çalış biraz.”

SAYILARIN YAZIMI
Sayı isimleri birbirinden ayrı yazılır.
“Yirmi iki bin sekiz yüz altmış yedi lira artmış.”

Sayılara gelen ekler sayının okunuşuna göre getirilmeli.
“Yarışmada 6’ıncı olduğuma sevindim.”
cümlesinde altı çizili söz yanlış yazmıştır. Çünkü sayıyı yazıyla yazsak “altıncı” olur yani ek “-ncı” olacaktır.
“Bana 3’de geleceğini söylemişti.”
cümlesinde de ekte hata vardır. Çünkü “üç” sözü sert sessizle biter, buna göre ek de sert sessiz olmalı yani “3’te” olmalıdır.

“Kİ” BAĞLACININ YAZIMI
Türkçe’de üç tür “ki” vardır: İlgi zamiri, sıfat yapan ek ve bağlaç. Bunlardan ilk ikisi kendinden önceki sözcüğe bitişik, sonuncusu ayrı yazılır.
İlgi zamiri daima bir ismin yerine geçer ve cümleden çıkarılamaz.
“Sizin arabanız yeni, bizimki biraz eskice.”
cümlesinde “-ki” araba isminin yerine geçmiştir.
Sıfat yapan ek, eklendiği sözcüğe ait olan bir ismin sıfatı olur. Cümleden çıkarılamaz.
“Çantandaki kalemleri çıkar bakalım.”
Bağlaç olan ki ise cümlede açıklama anlamı verir. Cümleden çıkarıldığında cümlenin anlamı bozulmaz. Çekimli fiillerden sonra gelen “ki” ler daima bağlaçtır.
“Baktım ki gelmiyor, ben yanına gittim.”
“O ki bunu bana yaptı, herkes yapar.

SONRAKİ SAYFAYA GEÇİNİZ

[wp_ad_camp_3]

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*


Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.