ORHUN TÜRKÇESİ

ORHUN   TÜRKÇESİ

 

Türk Diline Giriş

YAPILARI BAKIMINDAN DİLLER

Kaynaklar bugün yeryüzünde 2500-5000 arasında dilin varlığından söz etmektedir. Günümüzde hâlen dil – lehçe ayrımının yapılamamasından ve yeryüzünün çeşitli yerlerinde yazıya geçirilmemiş, işlenmemiş dillerin bulunmasından dolayı dil sayısı netlik kazanmamıştır. Bu diller, yapı (=biçim) ve köken (=kaynak) bilgisi bakımından değişik gruplandırmalarda incelenmektedir. Yapı bakımından dünya dilleri üç gruba ayrılır:

1. Yalınlayan (=Tek Heceli) Diller: Çince, Tibetçe, Vietnamca, Baskça gibi.

2. Bağlantılı ve Kaynaştıran (=Eklemeli) Diller: a. Bağlantılı Diller: Türk dili ve köken bakımından içinde yer aldığı Ural- Altay dilleri ile bazı Asya ve Afrika dilleri gibi.

b. Kaynaştıran Diller: Gürcü, Eskimo, Kızılderili dilleri gibi.

3. Bükümlü (=Çekimli) Diller: a. Kök Bükümlü Diller: Arapça ve içinde yer aldığı Hâmi-Sâmi dilleri gibi. b. Gövde Bükümlü Diller: İngilizce, Almanca, Fransızca vb. Hint Avrupa dilleri gibi.

URAL-ALTAY DİL AİLESİ

Asya’nın Büyük Okyanus kıyılarından, Orta Avrupa’ya ve Akdeniz kıyılarına kadar uzanan alanda konuşulan Ural-Altay dil ailesi, Ural ve Altay dilleri olmak üzere iki gruba ayrılır. Türk dili, Altay grubundadır. Ural-Altay Dil Ailesi

Ural Dilleri Altay Dilleri

1. Fin-Ugor Dilleri: Fince Ugorca Macarca

2. Samoyed Dilleri 1. Türkçe 2. Moğolca 3. Mançu-Tunguz 4. Korece (?) 5. Japonca (?)

1838 yılında Estonyalı bilgin Ferdinand Johann Wiedemann (1805-1887), Ural-Altay dil ailesinin ortak özellikleri üzerinde çalışmış ve bu dil ailesinin Hint-Avrupa dillerinden farklı özelliklerini aşağıda verilen 14 maddede toplamıştır:

1. Ural-Altay dillerinin en başta gelen özelliği ‘ses uyumu’dur.

2. Bu dillerin sözcüklerinde gramatikal cinsiyet yoktur; yani sözcükler eril, dişil ve nötr diye ayrılmaz. Meselâ: Ar. مدير ‘müdîr’ = müdür (eril) –

مديره ‘müdîre’= kadın müdür (dişil); İng. he (eril) – she (dişil); Rus. oкно ‘okno’ = pencere (nötr) gibi.

3. Sözcük belirleyici (belirtme edatı) işleviyle sözcüğün başına yazılan Arapçadaki ال ‘el-’ tarif harfi (krş.: الكتاب ‘el-kitâbü’) veya İngilizcedeki ‘the’ artikeli ( krş.: the Americas) gibi ulamalar yoktur.

4. Sözcük yapımı eklerledir; Ural-Altay dil ailesine giren dillerin hepsi bağlantılı (=eklemeli) dillerdendir. Türetme ve çekim eklerle yapılırken köklerde değişme olmaz.

5. İsimlerin çekiminde iyelik ekleri kullanılır. Krş.: İng. his father = Tü. onun baba-sı.

6. Fiil şekilleri zengindir.

7. Hint-Avrupa dillerindeki ön-ek (=preposition) yerine son-ek (=postposition) kullanılır. Krş.: F. bî-günâh = Tü. suç-suz.

8. Sıfatlar isimlerden önce gelir. Krş.: güzel çocuk.

9. Sayı sözlerinden sonra çokluk eki kullanılmaz (beş elma, üç kişi gibi). Türkçede üç silahşörler, kırk haramiler, yedi cüceler gibi tamlamalar istisnaî örneklerdir.

10. Karşılaştırma, -den çıkma durumu (=ablative) eki ile yapılır: Krş.: Ayşe’den çalışkan.

11. Yardımcı fiil olarak i- kullanılır. Krş.: çalışkandı.

12. Ural-Altay dillerinin çoğunda olumsuz hareket için ayrı bir fiil vardır.

13. Soru eki bulunmaktadır.

14. Bağlar yerine fiil şekilleri kullanılır.

Buna göre, Türk dilini dünya dillerinden ayırt eden bir özellik sayılan ses uyumunun sadece Türkçe için değil, Türkçenin içinde yer aldığı dil ailesine bağlı diğer diller için de geçerli olduğu anlaşılmaktadır. Ural-Altay Dil Ailesi Üzerine Yapılan İlk Çalışmalar Ural-Altay dil ailesinin varlığı, bugün için hâlâ kesinleşmediğinden bir teori konumundadır. Bu alanda ilk çalışan kişi olarak İsveçli subay Philipp Johann Tabbert von Strahlenberg (1676-1747) gösterilir. 1709 yılında İsveç Kralı XII. Charles (= Demirbaş Şarl) ile Rus Çarı I. Pyotr (=Büyük Petro) arasında

cereyan eden Poltava meydan muharebesinde İsveç’in Rusya karşısında yenilgiye uğraması üzerine tutsak edilen İsveçli askerler arasında Strahlenberg de vardır ve Batı Sibirya’ya, Tobolsk şehrine sürgün edilmiştir. Sürgünde bulunduğu on yıldan fazla süre boyunca Strahlenberg, Sibirya hakkındaki türlü çalışmalar ve özellikle de hazırlayıp Rus Çarı’na takdim ettiği Sibirya ve Orta Asya haritası ile dikkatleri çekmiştir. Bu arada Rusya tarafından yine Tobolsk’a araştırma yapmak üzere gönderilen Daniel Gottlieb Messerschmidt (1685-1735)’in yanına yardımcı olarak verilmiştir. Sibirya’da toplamış olduğu bilgi ve gözlemlerle ülkesine dönünce kısa adı Türkiye Türkçesine Asya ve Avrupa’nın Kuzey ve Doğu Kısımları olarak çevrilen bir kitap yayımlar (Das Nord und Östliche Theil von Europa und Asia, Stockholm 1730). Bu kitapta, Rusya tarihi ve kültürü konusunda verilen bilgilerin yanı sıra özellikle söz konusu coğrafyada yerleşmiş halklar ve onların dilleri de konu edilmiştir. Strahlenberg’in eserinin 13. bölümünde Türklerden kalan mezar taşları ve yazıtlardan söz edilmekle birlikte bunların çizim ve gravürlerine de yer verilmiş olması eseri, Türkoloji açısından önemli kılan bir özelliktir. Bu yazıtlar, bugün bilim çevresinde Yenisey yazıtları

olarak tanınır. Yenisey yazıtları hakkında ilk bilgileri vermesi bakımından Strahlenberg ve eseri önemlidir. Eserin önemi bu kadarla sınırlı değildir. Eserde, Türk dilleri arasında ‘Yakutça’ ve ‘Çuvaşça’dan da bahsedilerek bu dillerden sözcük listeleri verilmiştir. Bu durum, Strahlenberg’in ne derece iyi gözlem yapabildiğinin kanıtıdır. Çünkü Türkolojinin kurucularından olan Wilhelm Radloff, 1893- 1911yıllarında Versuch eines Wörterbuch der Türk-Dialekte (Opıt Slovarya Tyurkskih Nareçiy=Türk Lehçeleri Sözlüğü Denemesi), ismiyle yayımladığı dört ciltlik karşılaştırmalı sözlüğünde ne Yakutça ne de Çuvaşça’ya yer vermişti. Strahlenberg, eserinde Kuzey Avrupa ve Sibirya arasında Ural-Altay kavimlerinin konuştuğu 32 dili “Tatar” adı altında toplamış ve bu dilleri konuşan halkların isimlerini vererek Tabula Polyglotta (=çok dilli tablo)’da altı gruba ayırmıştır:

1. Fin-Ugor

2. Türk-Tatar

3. Samoyed

4. Moğol-Mançu

5. Tunguz

6. Karadeniz ve Hazar Denizi arasındaki halklar.

Aslında Yenisey yazıtlarının varlığı 13. yüzyıldan beri bilinmekteydi. İlhanlı tarihçisi Alâüddîn Atâ Melik Cüveynî, Târîh-i Cihân-güşâ adlı eserinde Orhun harfleriyle kayalara kazınmış Türk kitâbelerinden bahseder.Rus sefer heyetinin başında arkadaşlarıyla birlikte Moğolistan’da araştırmalar yapan Nikolay Mihayloviç Yadrintsev (1842-1894), ilk Orhun âbidesini bulur. Bulduğu yazılı taş Köktürk prensi Köl Tigin adına dikilmiştir. Hemen sonra buna bir kilometre mesafede bulunan ikinci âbide ise II. Köktürk Devleti imparatoru Bilge Kağan’a aittir. Tonyukuk âbidesi ise, 1897 yılında Köl Tigin ve Bilge Kağan âbidelerinin 360 km. Doğusunda botanikbilimci Yelizaveta Klements tarafından bulunmuştur. Ural ve Altay Dilleri Ural-Altay dilleri, dil bilginlerinin yapmış olduğu çalışmalarla Ural ve Altay dilleri olmak üzere iki gruba ayrılmıştır (bk. Tablo. 1.1). Bu ayrımı başlatan kişi Wilhelm Schott (1802-1889)’tur. O, ilk olarak Ural-Altay dilleri arasındaki benzerlikler üzerinde durmamış, bu dilleri öğrenmeye çalışmıştır. Leksik (=sözlük bilgisine ait) malzemenin uygunluğuna ve morfolojik (=yapı bilgisine ait) özelliklere dayanarak dil ailesine giren dillerin karakteristik özelliklerini tespit eder. Schott, bu sahanın alanını daraltır ve Ural-Altay dillerini iki grupta toplar:

1. Çud Dilleri: Fin-Ugor Dilleri

2. Tatar Dilleri: Türk, Moğol, Tunguz Dili

Sonuçta, Altay dilleri için en karakteristik fonetik özelliklerinden biri ve en önemlisi olan

Türkçe /z/ = Çuvaşça /r/

Türkçe /ş/ = Çuvaşça /l/ ses denkliklerini ortaya koymuştur.

Çuvaşça bu özelliği ile diğer bütün Türkçelerden ayrılıp Moğolca ve Tunguzca ile birleşmektedir. Schott’un tespit ettiği bu denkliği, daha sonra Gustaf John Ramstedt geliştirmiştir.

ALTAY DİLLERİ TEORİSİ

Ural-Altay dillerinin Altay dil grubunu oluşturan, Türk, Moğol, Tunguz- Mançu (belki Kore ve Japon) dillerinin akrabalığına inanan yani bu dillerin ortak bir kaynaktan geldiği görüşünü savunan ve bunu tespit etmeye çalışan teoriye, Altay Dilleri Teorisi denir. Buna göre, bu dilleri konuşan halkların tarih, dil, edebiyat, folklor; yani kültür malzemelerini araştıran bilim koluna Altayistik, bunlarla uğraşan bilim adamına ise Altayist denir. İlk Altayistler Gustaf John Ramstedt, karşılaştırmalı Altay dil ekolünün kurucusu Finli bir bilim adamıdır.

Schott’un Türkçe ve Çuvaşça için bulduğu denkliği geliştirerek, Çuvaşça’nın bu özelliği ile Moğolca’nın yanında yer aldığını Ramstedt tespit etmiştir. Yani Çuvaşça’da olduğu gibi Moğolca /r/ ve /l/’nin Türkçe /z/ ve /ş/’ye denk geldiğini ilk kez Ramstedt fark etmiştir. Bu tespitten sonra hangi sesin aslî (=eskicil) ses olduğu, yani hangi sesin hangi sesten türemiş olduğu konusuna geçmiştir. Ramstedt, başlangıçta Moğolca /r/’nin Türkçe /z/’den (rotasizm), /l/’nin de /ş/’den (lambdaizm) geldiğine inansa da daha sonra bunun tersini yani zetasizm ve sigmatizm’i savunmuştur

Açıklama:

rotasizm (r’leşme): Türkçe z’nin aslî olduğunu, Çuvaşça ve Moğolcadaki r’nin ise bu aslî sesten türediğini savunan görüş.

lambdaizm (l’leşme): Türkçe ş’nin aslî olduğunu, Çuvaşça ve Moğolcadaki l’nin ise bu aslî sesten türediğini savunan görüş.

zetasizm (z’leşme): Çuvaşça ve Moğolcadaki r’nin aslî olduğunu, Türkçe z’nin ise bu aslî sesten türediğini savunan görüş.

sigmatizm (ş’leşme): Çuvaşça ve Moğolcadaki l’nin aslî olduğunu, Türkçe ş’nin ise bu aslî sesten türediğini savunan görüş.

“TÜRK DİLİ”NİN ORHUN (KÖKTÜRK) TÜRKÇESİNDEN ÖNCEKİ DÖNEMLERİ

Altay dil teorisini kabul edenler için, Kuzey Buz Denizi’nden Basra Körfezi’ne, Kuzeydoğu Asya’dan Doğu Avrupa’ya kadar uzanan geniş bir alanda konuşulan Türk dili, bu dili konuşanların sayısı, yazılı metinlerinin eskiliği ve çokluğu bakımından Altay dilleri arasında en önemlisidir. Bugüne kadarki bilgiler ışığında, Türk dilinin tarihlendirilmiş en eski yazıtı, VII. yy’a ait Çoyren (Çoyr, 688-692) yazıtıdır. Başka bir deyişle, Türk yazı dilinin ilk örnekleri VII. yy’a aittir. Çoyren yazıtı, Köl Tigin, Bilge Kağan ve Tonyukuk yazıtları gibi mezar taşı olarak dikilmiştir. Köktürk Kağanlığına bağlı bir kişinin, II. Köktürk Kağanlığını kuran İlteriş’e katıldığını anlatan bu yazıt, sadece 6 satırdan ibarettir.

Moğol dilinin en eski yazılı belgesi, 1225 tarihli Yesünke Taşı’dır. Moğolların en önemli belgesi olan Moğolların Gizli Tarihi ise 1240 yılına aittir. Bu eseri Ahmet Temir, 1948 yılında Türkiye Türkçesine aktarmıştır.

Tunguzcanın en eski yazılı belgesi bugün artık ölü diller arasında sayılan Çuçen diline aittir. Bu belgelerden ilki 1413, ikincisi 1433’ten kalmadır. Tunguzca içinde en çok Mançular hakkında bilgi sahibiyiz. Mançuca belgelerin en eskileri ise XVI. yy’a aittir.

Ana Altayca Dönemi

Türk dilinin tarihinde en erken dönem “Altay Dil Birliği” dönemidir; yani Türk, Moğol, Tunguz, Kore dilleri ve belki Japon dilinin ortak olduğu dönem. Bu ortak dil döneminde mahallî farklılıkların alt gruplar oluşturduğunu varsaymalıyız; yani Korelilerin, Türklerin, Moğolların ve

Tunguzların atalarının, bu ortak dil döneminde birbirinden farklı, yani birinden öbürüne farklılıklar gösterebilen ortak dilin (=Ana Altayca) varyantlarına (=çeşitleme) sahip olduğunu düşünmek zorundayız. Bu dönemde mahallî farklılıkların oluşturduğu ağızlar, dil seviyesinde düşünülmelidir.

İlk Türkçe Dönemi

“Altay Dil Teorisi”ni, yani bu dillerin genetik akrabalığını kabul etmeyenler için Türk dilinin dönemlendirilmesindeki ilk evre, 5000 yıllık geçmişi olan İlk Türkçe (=Erken En Eski Türkçe, Ön Türkçe; İng. Preturkic) dönemidir. Altay dil birliğini kabul edenler için ise bu dönemde Türk dili, Ana Altaycadan ayrılmış ve bağımsız bir dil olarak gelişmeye başlamıştır. Bu dönemin başlangıcı için kesin bir zaman verilmemekle birlikte M.Ö. 3500’lü yıllardan milat sıralarına kadarki süreç gösterilir. Bu dönem, Çuvaşça dahil bütün Türk dillerinin ata dönemidir. Ön Türkçe döneminde r // z ve l // ş denklikleri sebebiyle daha sonra ortaya çıkacak olan ayrışma henüz olmamıştır. Dönemin en önemli özelliği –daha sonra r ve z’ye gelişecek olan- *ŕ ve -daha sonra l ve ş’ye gelişecek olan *ľ fonemlerinin bulunmasıdır. Bu rekonstrüksiyon, Türkçe ve Çuvaşça arasındaki denklik sayesinde yapılabilmiştir.

İlk Türkçe döneminde ogux şeklinde konuşanlar vardır. Daha sonraki Ana Türkçe döneminde Türk dili, ogur şeklinde x değişkeninin r’li konuşurları ile oguz şeklinde x değişkeninin z’li konuşurları olarak, yani

Ana Çuvaşça ve Ana Türkçe diye ayrılmıştır. Çuvaşça dışında bütün Türk dil ve diyalektleri Ana Türkçe; Çuvaşça ise Ana Çuvaşçadan gelişmiştir. Böylece Türk dil ve diyalektlerini gruplandırma çalışmasını yaparken kullanacağımız en önemli ölçüt, Tü. z = Çu. r denkliği ile ortaya konulmuş oldu.

Ana Türkçe ve Ana Çuvaşça Dönemi

Ana Türkçe (=Geç En Eski Türkçe) ve Ana Çuvaşça dönemi, miladın ilk yıllarından Türk dilli ilk yazılı belgelerin bulunuşuna kadarki dönemi kapsamaktadır. Tarihte Türk asıllı oldukları bilinen Hun, Avar, Peçenek, Bulgar gibi boylardan kalan, tarihî kaynaklarda geçen boy, hükümdar ve yer adlarının Türkçe ile ilgili olması, bu dönemin tanıklardır. Bu adların geçtiği kaynaklar doğrudan Türkçe yazılmış kaynaklar olmayıp Çin ve Bizans kronikleri ve Bulgarlardan kalmış listelerdir.

ORHUN (KÖKTÜRK) VE UYGUR TÜRKÇELERİNİN DE İÇİNDE BULUNDUĞU ESKİ TÜRKÇE DÖNEMİ VE SONRASI

Türkologlar tarafından Türk dili, ilk yazılı ürünlerden başlayarak üç dönemde ele alınıp incelenmiştir. Bu dönemler genelde şu adlandırma ile verilir:

1. Eski Türkçe

2. Orta Türkçe

3. Yeni Türkçe

Eski Türkçe Dönemi (VII.-XIII. yy): Köktürk, Uygur ve Karahanlı Türkçeleri Bugünkü bilgilerimiz ışığında Eski Türkçe dönemi, Türk yazı dili tarihinin başlangıç noktasıdır. Bu dönem, Türk dilinin yazılı ürünler vermeye başladığı ilk dönemdir. Başka bir deyişle, Eski Türkçe dönemi öncesinde Türkler tarafından yazıya geçmiş, Türk diliyle yazılmış herhangi bir belge bulunmamaktadır. Eski Türkçe döneminin başlangıç aşaması Köktürkçedir. Köktürkçe, ‘Türk’ adının Türklere ait tarihî kaynaklarda ilk olarak geçtiği, Türkçenin ilk yazılı kaynaklarının bulunduğu ve Türkçenin yapısını gerçek bilgilerle tespit edebildiğimiz ilk dönemdir.

Eski Türkçe dönemi, Türk dilinin yazıya geçirildiği Köktürkçe (=Orhun Türkçesi), Uygurca ve Karahanlı yazı dillerini (VII-XIII. yy) kapsar. XIII. yy’a kadar Türk dünyasının doğu kolunda iki ayrı bölgede iki ayrı yazı dili oluşmuştur. Bunlardan biri Ötüken’de ve daha sonra Doğu Türkistan’daki Tarım Bölgesi’nde kullanılan Köktürkçe ile Uygurca, diğeri de Kaşgar’da ortaya çıkan Karahanlı Türkçesidir. Uygur ve Kara-hanlı Türkçeleri birbirinin devamı olmakla beraber yan yana iki ayrı medeniyeti temsil ederek ürünlerini vermişlerdir.

İlk Dönemlendirme Çalışmalarında “Eski Türkçe” Eski Türkçe dönemi başlangıçta, VI. ve X. yy’lar arası, yani Köktürkçe ve Uygurca için kullanılmıştı. Hatta kronolojik kaygı güdülmeden Uygurcanın İslâmî dönemde vermiş olduğu eserler de Eski Türkçe kapsamında değerlendirilmişti. Türk dilinin tarihî temellere dayanan dönemlendirmesi hakkındaki ilk çalışmalar, 1936 yılında K. Grønbech ile başlar. Aslında bu konuda Aleksandr Nikolayeviç Samoyloviç (1880-1938)’in 1928 yılında yaptığı bir çalışma da vardır. Bu çalışma Abdülkadir İnan (1889-1976) tarafından “Orta Asya Edebî Dili Tarihine Dair” adıyla Türkiye Türkçesine çevrilmiştir (A. N. Samoyloviç, K istorii literaturnago sredneziatskoturetskogo yazıka, Leningrad 1928. Çeviren: A. İnan, Ankara Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Yıllık Çalışmaları I, s. 73-95). Çalışmada, İslâmiyeti kabul ettikten sonraki Orta Asya, yani Türk dünyasının doğu kolundaki yazı dilleri yer almaktadır. Samoyloviç’in söz konusu ettiğimiz maka-lesi, Türk dilinin tarihî dönemlere ayrılmasında Harezm Türkçesine yer vermesi bakımından önemlidir.

Grønbech (1873-1948), çalışmasında (Der türkische Sprachbau, I, 1936, s. 10-14.) Türk dilini, yazılı ürünler vermeye başladığı Orhun Türkçesinden başlayarak üç döneme ayırmıştır:

1. Eski Türkçe: Orhun (Köktürk), Uygur.

2. Orta Türkçe: Kaşgar (Karahanlı), Çağatay, Kuman, Eski Osmanlı.

3. Yeni Türkçe:

a. Güney Türkçesi: Osmanlı, Azerî, Türkmen.

b. Batı Türkistan lehçeleri: Özbek, Hive.

c. Doğu Türkçesi: Kaşgar, Kuça, Turfan, Komul, Tarançi.

d. Kuzey Türkçesi: Koybal, Altay, Abakan, Soyon, Uryanhay.

e. Kıpçak Türkçesi: Kırgız, Volga lehçeleri (Kazan vb.), Başkurt, Karayim.

Yani, Orhun Türkçesi ilk dönemin başlangıç yazı dili olmuştur. Bu iki araştırmacının çalışmalarında Eski Türkçe adı verilen dönemin içinde yer alan bir Türk yazı dili de Uygur Türkçesidir. Grønbech, Eski Türkçe döneminden sonra gelen Orta Türkçe dönemini Karahanlı Türkçesi ile başlatmış ve bu dönemi de bugünkü Türk dillerinin ortaya çıktığı döneme, yani XX. yy başlarına kadar getirmiştir. Orta Türkçe (XIII.-XX. yy): Doğuda Harezm ve Çağatay Türkçesi; Batıda Eski Oğuz ve Osmanlı Türkçesi Orta Türkçe dönemi, XIII. yy’dan itibaren, Moğol istilası ile Türk dünyasının farklı yer ve zamanlarında ortaya çıkan edebî dillerin istikrar kazanmaya başlayıp bugünün bağımsız dillerini ve dil gruplarını oluşturduğu dönemdir. Türk dilini dönemlendirmede Cengiz hareketinin ‘Orta Dönem’ diye tanımlayabileceğimiz belli bir dönemin başlangıcı olarak alınması bizce de son derece isabetlidir, çünkü 840’tan sonra batıya doğru hareketlenen Türk boylarının şekillenmesinde asıl etken, Moğol hareketi olmuştur. Bir bakıma Cengiz (öl. 1227), Orta Asya ve Batı Avrasya’nın bazı yeni unsurlarla da olsa Türkleşmesini sağlamış, ayrıca var olan etnik-dilsel unsurların yeni oluşumlara dönüşmesine yol açmıştır. Başlıca Türk boylarından Oğuz, Kıpçak ve Uygurların bulundukları yerlerde 1200’lerden önce yerleşmiş oldukları iddiasına karşılık onlara şimdiki görünümlerini veren birleştirici tarihî olayın Cengiz çağı ve onun kargaşa dolu yılları olduğu tarihçilerin ortak görüşüdür. Orta Türkçe döneminin başlangıcından XV. yy’a kadarki dönem içinde

doğuda Harezm Türkçesi ve batıda Eski Oğuz Türkçesi (Eski Anadolu Türkçesi) varken, XV. yy’dan XX. yy’a kadarki dönemde doğuda Çağatayca ve batıda Osmanlıca hâkim olmuştur. Bu iki yazı dili yani Osmanlıca ve Çağatayca XX. yy’ın başlarına kadar Türk dünyasının batı ve doğu yakasında devam etmiş, yeni yazı dillerinin oluşumuyla son bulmuştur.

“Orta Türkçe” Terimi

“Orta Türkçe” terimi, ilk kez 1928’de Kaşgarlı Mahmud’un sözlüğünün, yani Dîvânü Lügâti’t-Türk’ün söz varlığı ile ilgili çalışmasında, Carl Brockelmann (1868-1956) tarafından Karahanlı Türkçesi için kullanılmıştır (Mitteltürkischer Wortschatz nach Mahmūd al-Kāšgarīs Dīvān Lugāt at-Turk, Bibliotheca Orientalis Hungarica 1, Budapest 1928).

Brockelmann, 1954 yılında bu terimin alanını İslâmlığın kabulünden XX. yy’ın başlarına kadarki Orta Asya Türkçesini (Karahanlı, Harezm, Çağatay Türkçeleri) içine alacak şekilde genişletmiş ve bu dönemi “Doğu Türkçesi” adıyla vermiştir (Osttürkische Grammatik der Islamischen Litteratursprachen Mittelasiens, Brill, Leiden 1954).

Başlangıç Çalışmalarında “Orta Türkçe” Teriminin Kullanımı Yaptığı dönemlendirmede C. Brockelmann’dan sonra Orta Türkçe terimini kullanan Grønbech ve Ligeti olmuştur. Onların yapmış olduğu çalışmalarda

Eski Türkçe dönemini anlatırken Orta Türkçe dönemine de yer verdiğimiz için burada tekrar etmek istemiyoruz, fakat bu çalışmalarda Orta Türkçe döneminin X. yy’dan itibaren, yani Karahanlı dönemi ile başlatıldığını hatırlatmak isteriz. F. Köprülü ise Harezm Türkçesi dönemi olan XIII. ve XIV. yy’ı ilk Çağatay devri içinde değerlendirir (“Çağatay Edebiyatı”, İslâm Ansiklopedisi, C. 3, 24. cüz, İstanbul 1945, s. 275-285). Ona göre, Çağatay Türkçesinin meydana gelişinde ortak karakter Cengiz istilasıdır. Türkistan, Horasan, Harezm ve Altın Ordu’da yazılmış eserler arasında diyalektik farklar pek tabiî ki vardır; fakat Köprülü dil ve edebiyat tarihini dönemlere ayırırken filolojik karakterleri ihmal etmemek gerektiğini, ancak birinci koşul olarak toplayıcı tarihî ve edebî karakterleri göz önünde bulundurmanın gerekliliğini vurgulamıştır.

Ahmet Caferoğlu, ‘Türk Dili Tarihi’ adlı eserinde Orta Türkçe dönemini Karahanlı Türkçesi ile başlatmış ve Türk dünyasının doğu kolundaki Türkçelere “Müşterek Orta Asya Türkçesi” adını vermiştir. Müşterek Orta Asya Türkçesini ise türlü kültür merkezleri ve Türk boylarının etnik ve diğer özellikleri bakımından üçe ayırır:

1. Karahanlılar devrinden itibaren Kaşgar şivesinde inkişaf eden Türkçe ki buna hem Hakaniye hem Doğu Türkçesi adı verilmektedir.

2. Batı Türkistan’da Seyhun ırmağının aşağı mecrası ile Harezm’in muhtelif merkezlerinde gelişen Harezm (Altın Ordu) Türkçesi.

3. Orta Asya Türkçesinin en parlak devrini teşkil eden Çağatay Türkçesi. Nuri Yüce, 1987 yılındaki çalışması ile Orta Türkçe dönemini,

1. Yazı dili olma (XI-XV. yüzyıllar)

2. Gelişme dönemi (XVI-XX. yüzyıllar) olarak iki alt döneme ayırmış, ikinci alt dönem için şu açıklamayı yapmıştır:

“Orta Türkçe devrinde yazı dili hâline gelmiş olan şivelerin eserler vererek edebî bir dil olması, bu döneme rastlar. Osmanlı, Çağatay, Kıpçak, Türkmen vb. şiveler Orta Türkçe devrinde yazı dili hüviyetini kazanmışlar ve birçok eserler vererek bu devrede edebî dil hâline gelmişlerdir.” (“Türk dili ve lehçeleri”, İA (=İslam Ansiklopedisi), 12/2, İstanbul 1987, 468b-530b). Nuri Yüce’nin bu açıklamaları yaptığı alt dönem, Róna-Tas’ta ‘Geç Orta Türkçe’ adıyla geçmektedir.

Yeni Türkçe Dönemi

XX. yy’ın ilk çeyreğinde başlayıp bugünkü Türk dil ve lehçeleri (Türkiye Türkçesi, Azerbaycan Türkçesi, Türkmence, Özbekçe, Kazakça, Kırgızca, Yakutça, Çuvaşça vs.) nin ortaya çıktığı dönemdir. Türk dillerinin bugün kendine has gramer özellikleri vardır ve bunlar edebî eserler veren yazı dilleri hâline gelmişler-dir. Bu Türkçelerden bazıları da siyasal nedenlerle yazı dili hâline getirilmiştir.

ORHUN HARFLİ YAZITLAR

Orhun (Türk-runik, Runik, Köktürk) harfleriyle yazılmış yazıtlar, Talat Tekin’in “Göktürk Alfabesiyle Türkçe” (Tarih ve Toplum, Şubat 1984 veya Tarih Boyunca Türkçenin Yazımı, Simurg, Ankara 1997, s. 17-30) başlıklı makalesinde altı grup altında şu şekilde değerlendirilmiştir:

1. Köktürk Yazıtları: II. Köktürk Kağanlığı (682-745) döneminde dikilmiş yazıtlardır.

Köl Tigin (KT- 732)

Bilge Kağan (BK- 735)

Tonyukuk (T- 720-725 veya 732’den sonra)

Çoyren Yazıtı (Ç- 688-692)

Küli Çor (KÇ- İhe Hüşötü 719-723)

Ongin (O- Işbara Tarhan 732-735)

SONRAKİ SAYFAYA GEÇİNİZ

[wp_ad_camp_3]

SAYFA NUMARALARINI KULLANINIZ

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*


This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.