Kpss A Grubu İktisadi Düşünce Tarihi
GİRİŞ
Konumuza başlarken genel olarak hatırlarsak, Batı, yeni çağda elde edilen olanakları değerlendirememiş, toplumu ifade eden düzen ortaya çıkan sorunlara yanıt getirememiş, bununla birlikte Batı sistemde çözüm arayışlarına yönelmiştir. Daha açık anlatmamız gerekirse Batı rastlantısal bir şekilde bir zenginliğe ulaşmış fakat bu zenginliği geleneksel yollara sisteme katamamış, bu zenginlik Batı’nın geleneksel anlayışından çok fazla farklılık taşımayan bir ekonomi anlayışı olan merkantil politikalarla da değerlendirilememiş ve sorunlara çözüm getirilememiştir.
Daha sonrada bahsedeceğimiz Endüstri Devrimi Batı’nın üretim ve nüfus sorununa getirdiği çözüm olmuş, Batı sonunda deneme yanıma yoluyla dünya egemenliğine giden yolu bulmuş ve bunun sonuncunda da liberalizm, Batı’nın bu arayışlarının çözümünün ideolojik düzeydeki ifadesi olarak ortaya çıkmıştır.
Devletin bulamadığı çözümlere bireyler aracılıyla ulaşılınca, devletin bütün kısıtlamalarına karşı çıkılmış, özel girişim desteklenerek “La issez Faire, La issez Passe” yani “Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” temel politikası ortaya çıkmıştır. Bu politikadan anladığımız şey, bırakın yapsın, yani insanlar istediklerini üretsinler, sınır koymayın. Yani bir insan bir malı üretmek istiyorsa ona engel çıkarmayın, bırakın üretsin, o üretimde özgür olsun. Bırakın geçsinden kasıt ise şudur: Bırakın pazar ve piyasalar geçirgen olsun. Örneğin ortaçağ boyunca bir kasabadan çıkmışsınız, malınızı başka bir kasabaya veya kente götürüyosunuz, birçok küçük devlet sınırda, şehre giriş çıkışta, pazarda vergi alıyor. Bütün bu vergiler ağır geldiğinden piyasaların oluşmasını engelliyor. Smith de diğer klasik iktisatçılar gibi bu konuda vergilerin kaldırılmasını, dolasıyla arz ve talebin önünün açılmasını istemiştir. İşte klasik iktisadi düşüncenin temeli budur.
KLASİK İKTİSADİ DÜŞÜNCE
“Klasik İktisat” sözcüğünü ilk olarak kullanan kişi Karl Marx olmuştur. Marx’a göre klasik iktisat Sir William Petty ile İngiltere’de başlar ve Sismondi ile Fransa’da son bulur. Marx’tan sonra “Klasik İktisat” ve “Klasik İktisatçılar” deyimleriyle daha farklı bir şey ifade edilmiştir. Bizim asıl konumuz olan Adam Smith ile John Stuart Mill arasında geçen süre içinde yaşayan bütün İngiliz iktisatçılarına “klasik” denmiştir. Fizyokratların “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” ideolojisini sürdüren klasikler, fizyokratlar gibi tam anlamıyla bir okul teşkil etmeseler de genellikle kabul edilen anlamda klasik iktisat ele alındığında “klasik okul” nitelemesi doğrudur.
- yy’ın sonlarında, başta İngiltere olmak üzere bazı batı Avrupa ülkeleri önemli ekonomik ve politik değişmelere sahne olmuştur. Teknolojik gelişmenin hız kazanması ve yeni tekniklerin sanayie uygulanması, başta İngiltere’de “Sanayi Devrimi” diye anılan dönemi başlatmıştır. Sanayi devrimiyle beraber bir yandan kapitalist girişimci sınıf doğarken, öte yandan tamamen üretim araçları mülkiyetinden yoksun işçi sınıfı doğmuştur. Bu olay önemli iktisadi ve politik değişmelere neden olmuştur. Bunun dışında İngiliz kolonisi olan Kuzey Amerika’da bağımsız bir devletin (A.B.D) kurulması ile merkantilizm önemli bir dayanağını yitirmiştir. Fransız İhtilali ise, Fransa’da hüküm süren eski kurumları ve değerleri tamamen silmiş, fizyokrasinin öncülük ettiği “özgürlük ve bireycilik” iktisadi yaşamın temel felsefesi olmuştur.
Ticari kapitalizm nasıl ki merkantilizmi, tarımın kapitalistleşmesi de fizyokrasiyi doğurmuşsa, İngiltere’de sanayi devrimi de klasik iktisat okulunu doğurmuştur. Fizyokratik teorinin gerisindeki felsefi görüş, klasik iktisadın doğuşuna ortam hazırlamıştır. “Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” ideolojisini bazı noktalar hariç benimseyen klasik okul, özellikle fizyokratların serbest dış ticaret teorisini benimsemiştir. Çünkü İngiltere’de yeni doğan kapitalist-girişimci sınıfın, her türlü ticari sınırlamalar kaldırılarak desteklenmesi, iktisadi özgürlüğün savunulması gerekmektedir. O dönemde devlet otoritesi henüz, imtiyazlı bir sınıf olan asillerden yanadır. Bu nedenle de devlet otoritesini en az düzeye indiren liberal ideoloji savunulmuştur. 19.yy’da İngiltere’de uygulanan bu klasik iktisadi görüş, hemen hemen 50 yıl kadar akademik ve politik çevrelerde tartışmasız kabul görmüştür.
EKONOMİK ÇEVRE
Adam Smith’in hayat hikayesine geçmeden önce, onu hayatını daha iyi anlamamız açısından İngiltere’ye dönmemiz ve ekonomi biliminin bu ülkede 18.yy’ın ikinci yarısındaki durumunu incelemeye almamız gerekir. İngiliz düşünce hayatının bu dönemde ekonomi bilimi alanında yetiştirdiği en büyük düşünür Adam Smith olmuş, Adam Smith’in “Ulusların Zenginliği” isimli eseri 19.yy ekonomik düşünüşünü o kadar çok etkilemiştir ki, adeta kendinden önceki eserleri unutturmuştur.
Adam Smith’in büyük eserini, Ulusların Zenginliği’ni yayınladığı 1776 yılı İngiltere’nin ekonomik hayatında büyük değişikliklerin başladığı bir döneme rastlamaktadır. Bu önemli değişikliklerin en temel nedeni, girişte de bahsettiğimiz gibi bu dönemde ortaya çıkan teknolojik devrimdir.
18.yy’ın ortalarında İngiltere’nin belli başlı endüstrisi yün sanayi idi ve bu sanayi bütün ülke yüzeyinde yayılmış bulunuyordu. Bu işletmeler henüz küçük olup büyük işletmeler haline gelememişlerdi. Kullanılan aletler çıkrık, üreke ve iğ gibi basit el aletleriydi. Başlangıçta yün dokumacılığı el sanatı düzeyinde bulunuyor ve sanatkar yanına birkaç yardımcı işçi alabiliyordu. Fakat zamanla büyük atelyeler ortaya çıkmaya başlayınca işçinin durumu da kötüleşmeye doğru gidiyordu. Çalışma saatleri uzun olmasına karşılık, ücret çok azdı. Atelyenin kapanmasından ve üretimin kısıtlanmasından işsizlik baş gösteriyordu. Kısaca söylersek, makine endüstrisinden önce başlayan ekonomik merkezleşme ile birlikte, 19.yy’ın sosyal sorunları kendini göstermeye başladı.
Dokuma sanayi hakkındaki bu açıklamalardan anlaşıldığı gibi 1760’a kadar endüstride ortaya çıkan gelişme, alet yapım teknolojisindeki değişiklikten doğmuyor, çalışma hayatının örgütlenmesinden, büyük üretimin başlamasından ileri geliyordu. O zamanlar büyük üretimin itici gücü, genişleyen ve yoğunlaşan ticaret olmuştu. 19.yy’da endüsride ortaya çıkan devrimin nedeni ise teknolojik buluş ve değişikliklerdir. İşte bu teknik devrim, büyük endüstriyi doğurarak, ticaret ve krediyi alabildiğine genişletti. 18.yy’da İngiltere’de ise, genişleyen ticaret ve zenginleşen tüccar, endüstri alanında atelyeler açtı ve bunlar yoluyla endüstride büyük ilerlemeler oldu.
İngiliz ticareti 17.yy ve 18.yy’ın ilk yarısında büyük bir hızla genişledi. Daha 1700 yıllarında İngiltere’nin tek bir sömürgesi yoktu. Fakat 1760’lara gelindiğinde İngiltere’nin büyük bir sömürge imparatorluğuna sahip olduğunu görürüz.
Büyük endüstrinin başladığı ve İngiliz dış ticaretinin hızla genişlediği bir sırada, İngiliz tarımı da büyük üretime geçiyordu. Kendi toprağını ekip-biçen bağımsız köylü sınıfı gittikçe kaybolmaya başladı, 1773’e doğru ise tamamen ortadan kalkmıştı. Devrin ekonomistleri büyük tarımı övüyorlar ve kırların, köylerin boşaltılmasını tehlikeli bulmuyorlardı. Ortaya çıkan bu tarımsal devrim, eski İngiliz köylerini çiftçi-köylülerden boşalttı. Kırsal kesimden göçen bu insanlar yeni yeni ortaya çıkmaya başlayan büyük endüstri için insan kaynağını oluşturmaya başladı. Birde teknolojik devrimde ilerleme başlayınca İngiliz endüstrisinde gerçek bir devrim başladı. Ve bu devrim diğer ülkelerde yayılınca yeni bir Avrupa ve Amerika doğdu.
Makineleşme ilk defa dokuma ve maden endüstrisinde ortaya çıktı. Bu pahalı ve teknik aletlerle üretim, ev-sanayi durumundaki küçük işletmelerle uzlaşamıyordu. İşte endüstride bu daha ileri teknikler kullanılmaya başlanınca , uygun yerlerde büyük üretim merkezleri doğmaya başladı ve bu da kapitalin önemini gittikçe artırdı. İngiltere, kısa bir zamanda endüstride büyük bir devrim olduğunu gördü. Üretim sınırsız artıyor, büyük girişimler genişliyor ve kitle halinde ihracat yapılıyordu.
Dokuma sanatları içinde ilk önce pamuk endüstrisinde başlayan bu makinalaşma yün endüstrisine de yayıldı. Tekstil endüstrisindeki bu devrimle birlikte, maden sanayiinde de büyük değişiklikler görüldü. 1750’ye doğru Huntsman, dökme çelik imal etti ve ilk modern çelikhaneyi kurdu. Madencilikte bu gelişmeler ortaya çıkınca, üretimdeki makinalaşma daha da hızlandı. Büyük üretim yapan maden atelyeleri kuruldu ve İngiliz demir endüstrisi bütün dünyaya egemen oldu. Adam Smith’in ünlü kitabının yayımlanmasından üç yıl sonra ilk demir köprü, dört yıl sonrada, o zamana kadar düşünülmesi bile delilik sayılan ilk demirden yapılmış vapur yüzdürüldü.
Daha sonra buhar gücünün makinalara uygulanması, teknikteki bu ilerlemelerin bilimsel bir temele dayanma olanağını sağladı. Aslında buhar gücü eskiden beri biliniyordu fakat 17 yy’a kadar üretimde bir işgücü olarak kullanılması denenmemişti.
İlk buhar makineleri tahtadan yapılıyordu. Fakat makine için tahtadan daha dayanıklı bir maddeye ihtiyaç vardı. Bu da ancak demir olabilirdi. Demir endüstrisindeki biraz önce bahsettiğim gelişmeler buna olanak verdi. İşte antikçağdan beri radikal bir değişikliğe uğramadan gelen el-sanatları, gelişen iş bölümü ve büyük üretimle modern fabrika endüstrisi biçimine dönüşüyordu. İlk önce İngiltere’de başlayan bu değişiklikler, yavaş yavaş Avrupa’nın başka ülkelerine ve Amerika’ya yayılınca, dünyanın eski düzeni baştan başa değişti ve yepyeni bir dünya ortaya çıktı.
İşte Adam Smith, ünlü eseri Ulusların Zenginliği’ni düşünürken, bu büyük devrimin daha henüz ilk kıvılcımları görülüyordu. Yani o daha doğum sancıları içindeki bu yeni endüstri dünyasının ekonomik ve toplumsal sonuçlarını görecek gibi değildi fakat gene de bu büyük değişikliklerin onun eseri üzerinde önemli etkileri olmuştur.
Özetle, Adam Smith’in eseri 1776 dönemi İngiltere’sini sergilemektedir. Bunu unutmamak gerekir. Bu tarihte İngiltere’de tarımsal devrim gerçekleşmiş, endüstri devrimi de henüz yeni başlamıştır. İşte bu dönemde Smith, toprak sahiplerine ve işçilere karşı bir yakınlık duymuş, tersine tüccar ve üreticilere karşıysa kuşkuyla bakmıştır. Kısaca, “Ulusların Zenginliği”ni yazdığı yıllarda büyük değişmeler yeni başlamış, endüstri devrimi de daha önemli sonuçlarını ortaya koymamıştı. İşte Adam Smith ülkesinin o dönemdeki koşulları ve Fransa’da oluşmuş olan Fizyokratizmin etkisi ile düşüncelerini ortaya koymuştur.
BİYOGRAFİ
O dönemin ekonomik çevresine de baktıktan sonra Adam Smith’in hayat hikayesine geçebiliriz. Hayat hikayesi onun ekonomik teorileri, felsefesi ve meşhur kitabı “Ulusların Zenginliği”ni anlamamız açısından önemlidir. Adam Smith 1723 yılında bir gümrük memurunun oğlu olarak İskoçya’nın küçük bir kasabası olan Kirkcaldy’de doğmuştur. On dört yaşında Glasgow Üniversitesi’ne başlayan Adam Smith matematik ve doğal felsefe konularına olan ilgisine karşın ahlak felsefesi profesörü Hutcheson’dan etkilenmiştir. 3 yıl sonra bu etki ile papaz olmak üzere gittiği Oxford Balliol College’da David Hume’un bir kitabını okuduğu için cezalandırılınca hocalarıyla anlaşmazlığa düşmüş ve çalışmalarını ahlak felsefesi üzerinde yoğunlaştırmıştır. Altı yıl ülkesine hiç dönmeden Oxford’da Yunan ve Latin klasikleri ile Fransız edebiyatından eserlerin yanı sıra, modern felsefe, politika, ahlak üzerine de sürekli okumuştur.
İki yıl kadar Kirkcaldy’de çalışmalarını sürdürdükten sonra Edinburgh’a geçen Smith, burada Lord Kames ve Felsefe Topluluğu’nun desteğiyle çeşitli konularda konferanslar vermiştir. 1751’de Glasgow Ünivesitesi’ne çağırılan Smith, sonraları hayatının en yararlı, dolayısıyla en mutlu ve gurur verici yılları olarak değerlendirdiği üniversitedeki on iki yılının ilk aylarını mantık, daha sonra ahlak felsefesi profesörü olarak sürdürmüştür. Bu zaman zarfındaki dersleri ve konferansları doğal ilahiyat, ahlak, hukuk ve siyasi ekonomi üzerine olmuştur.
Smith, 1759 yılında ilk eseri olan “The Teory of Moral Sentiments-Ahlaki Duygular Kuramı”nı yayımlamıştır. Daha sonra üzerinde daha ayrıntılı duracağımız bu eserinde Smith, insanın doğası üzerinde görüşlerini ortaya koymuştur.
İlk kitabının büyük ilgi uyandırmasının ardından Smith, dönemin maliye bakanlarından Charles Townsend’in üvey oğlunun özel öğretmeni olarak Paris’e gitmiş, daha sonra onsekiz ay kalacakları Toulouse’a geçmişlerdir. Smith oradan yazdığı bir mektubunda vakit geçirmek için yeni bir kitaba başladığından söz etmektedir. Birkaç ay içinde Fransa’daki çevresi ve Fransızcası gelişen Smith, Güney Fransa’da birçok yeri dolaştıktan sonra gittiği Cenevre’de Voltaire’le, 1766 yılında Paris’e döndükten sonra da fizyokratlarla tanışmıştır. Bu kişiler arasında Quesnay, Turgot, Dupent de Nemours vardır. Hatta Fizyokratların genç üyelerinden Dupont de Nemours notlarından birinde Smith’i Dr. Quesnay’nin müridi olarak tanımlamasına karşın onun ekonomi hakkındaki görüşleri Fransa’ya gelmeden önce oluşmuştur. Yani Quesnay’nin Smith’in görüşleri üzerinde etkisi yoktu. Smith’in görüşleri üzerinde etkisi olan kişiler Hutcheson ve David Hume’du.
1766 Kasım’ında Smith Londra’ya geldikten birkaç ay sonra, doğduğu yere, Kirkcaldy’ye geri döndü. 1773 yılına kadar kitabı üzerinde çalıştı. 1773 yılında Londra’da kitabı üzerine çalışmalarını sürdüren Smith, burada eski ABD başkanlarından Benjamin Franklin ile de temas halindeydi. Franklin, Smith’in kitabın her bölümünü kendine okuduğunu ve tartışmalardan sonra düzenlenmiş şeklini tekrar gördüğünü söylemişti. Smith çok büyük ihtimalle Amerika hakkındaki bilgilerini Benjamin Franklin’den edinmiş, sömürgelerin yeryüzünde görülmüş en büyük ve en inanılmaz ulusu yarattıklarını Franklin’in etkisi ile yazmıştı.
Bütün bunların sonucunda “Ulusların Zenginliği” 9 Mart 1776’da yayımlandı ve ilk baskısı altı ay içinde tükendi. Smith yaşadığı sürece kitabı 5 baskı yaptı. Almanca, Fransızca, Flemenkçe ve İtalyanca olmak üzere çeşitli dünya dillerine çevirileri yapıldı. Smith’in bu kitabı özgün bir çalışma olmamakla birlikte bir başyapıt olarak değerlendirilmektedir.
Smith 1777 yılında Edinburg Gümrükleri görevlisi olarak çalışmaya başlamıştır. Yaşamı boyunca serbest ticareti savunmuş birinin bu göreve atanmış olması zaman zaman bazı çalışmalarda bir talihsizlik olarak nitelendirilmekle birlikte, Smith bu göreve getirilmekle yaptığı hizmetlerden dolayı siyasi iktidar tarafından ödüllendirilmiş ve bu görevden çok büyük gelir sahibi olmuştur. Demek ki Smith gerçekten de serbest ticareti savunmamıştır. Eğer savunsaydı bu görevi kabul etmemesi beklenirdi.
Smith gümrükteki görevi sırasında iktidarla ilişki içinde olmuş, hükümet üyeleriyle fikir alışverişi yapmıştır. Lord North, 1777 ve 1778 bütçe düzenlemelerinde Smith’in önerdiği yeni vergilendirme tekniklerinden yararlanmıştır. Yine Smith’in hükümet üyeleriyle yaptığı görüşmeler sonucunda 1778’de İngiltere’nin Amerika politikası ve 1779’da İrlanda’ya serbest ticaret politikası kararı alınmıştır. Dolayısıyla Smith’in görüşlerini ekonomik düşüncenin gelişmesinin bir ürünü olmaktan çok dönemin koşullarının İngiltere ve Batı adına kutsanması olarak değerlendirmek gerekir. Adam Smith dünya egemenlik ilişkilerinde ekonominin temel alınmasını ön plana çıkaran kişidir. Bu açıdan eseri “Ulusların Zenginliği” de dönemin kaygılarını belirlemek açısından önemlidir. O dönemdeki kaygı, zenginliğin akışının devamının sağlanması için gereken üretim örgütlenmesinin bulunması ve zenginliğin toplumsallaşması yani toplum ilişkileri içindeki yerini bulabilmesidir. Smith, dönemin kaygılarına getirdiği yanıtları bir mantık dizgesi içinde yer vermeye çalışmıştır. Ona göre ekonomi ulusların zenginliğinin nasıl oluştuğunu, nelerden meydana geldiğini, nasıl artabileceğini araştırır. Bu açıdan Smith, ekonomiye daha önceki tanımlardan yeni bir anlam yükleyerek, siyasal bir anlam yükleyerek, yeni bir bilimin doğuşuna hizmet etmiştir.
İşte bütün hayatı öğrencilik, hocalık ve devlet işleriyle geçen bu büyük adam, çok sakin bir yaşamdan sonra 1790’da 67 yaşındayken Edinburgh’de ölmüştür. Pratik hayatta, özelliklede iş hayatında huzur bulmayan dalgın bir entelektüel olarak yaşamıştır. Uzun süre çok sınırlı bir gelirle geçinmek zorunda kalan Smith, 1778 yılından sonra maddi durumu düzelince de hayat tarzını değiştirmemiştir. Ölmeden önce yakılmasını vasiyet ettiği notları arasında, bilim ve sanat tarihine ve bunların uygarlık üzerine etkilerine dair yazılar da bulunmuştur. Anlaşılıyor ki Smith, toplumsal hayatın bütün olgularını incelemek, bugünkü anlamıyla statik ve dinamik sosyoloji yapmak istiyordu.
Adam Smith’in düşünceleri en çok uygulama alanı bulan fikir sistemlerinden biridir. Neredeyse hiçbir ekonomist, düşüncelerinin devlet adamları tarafından uygulandığına onun kadar şahit olmamıştır. Ünlü İngiliz siyaset adamı William Pitt, Adam Smith’le sık sık görüşür ve ekonomik sorunlar hakkında onun düşüncelerinden yararlanırdı. Adam Smith de onu beğenmiş ve: “Bu Pitt ilginç bir adam, benim düşüncelerimi benden daha iyi anlıyor” demişti. Ayrıca üç yaşındayken birkaç serseri tarafından kaçırılan Smith, bu olay içinde şunları söylemiştir: “Eğer bu serseriler o küçük çocuğu bırakmamış olsalardı, ulusların talihi üzerinde o kadar iyi etki yapan ve ileride de daha çok etki yapacak olan bu zeka, gelişme olanağı bulamayacaktı ve kim bilir, belki de bir haydut çetesinin başı olacaktı.”
AHLAKİ DUYGULAR KURAMI
Adam Smith’in hayat hikayesinden sonra, onun ilk ve diğer büyük eserine temel olması açından önemli bir eseri olan “Ahlaki Duygular Kuramı”nı ele almamız gerekir. Adam Smith 1759 yılında yayımlanan bu ilk yapıtında toplumsal yapıda var olan doğal düzeni analiz etmektedir. Ona göre insanın eylem ve davranışlarında rol oynayan üç itici giç vardır:
1-Kendini düşünme ve sempati
2-Özgürlük isteği ve toplumsal kurallara uyma eğilimi
3-Çalışma alışkanlığı ve değişim eğilimi
Smith’e göre bu üç duygu toplum içinde birbirini etkileyerek bir denge ve uyum oluşturmaktadır. Bu denge sayesinde birey, kendi istek ve çıkarları peşinde koşarken aynı zamanda başkalarının da iyiliğine yol açan sonuçlar yaratmaktadır. Smith’in “ İşbölümü yoluyla bireyler kendi kazançlarını sağlamaya çalışırken, aynı zamanda toplumun da en yüksek düzeyde refaha erişmesinde rol oynarlar.” görüşü, onun Glasgow Üniversitesi’ndeki derslerinde savunduğu ana düşünceler arasındadır.
Smith’in ahlak felsefesi üzerindeki görüşlerinde derin etki yaratan kaynaklardan birinin de, Mondeville adlı bir doğa bilgininin, arıların hayatını incelediği “Arıların Öyküsü” adlı yapıtındaki analizler olduğu söylenir. Mondeville bu eserinde, arılardan yola çıkarak, ihtiyaçların çokluğundan ve çeşitliliğinden, çokluk içinde birlik ve uyumun nasıl bir işbölümü gerçekleştirdiğini açıklamakla birlikte aynı doğa yasasının insan toplumlarında da geçerli olduğunu söylemiştir. Yani bir ahlak felsefecisi olarak başladığı inceleme ve analizlere , ekonomik olayların ve organizasyonun anlaşılmasına da yardım eden yeni düşüncelerle devam etmiştir.
İngiltere’de Hobbes ve Locke’un büyük eserlerinde sonrada, insan hakkında araştırmalar yapan düşünürler olmuştu. Bu araştırmalarda iki ilke daha çok ön plana çıkmaya başladı. Bu ilkeler:
1-İnsanoğlunun daima kendine bir haz sağlamak ya da kendini bir açıdan sakınmak için hareket ettiğini söyleyen faydacı ilke,
2- Düşüncelerin çağrışımı ilkesi: Bu ilke insan zihninin işleyişini, bir düşünceyi başka bir düşünceye bağlayan güçlerin etkisiyle açıklamaktadır.
Bu ilkeler David Hume’un “İnsan Üzerine İnceleme” (1738) adlı eserinde geliştirilmiştir.
Dine dayanmakta devam etmek isteyen ahlakçılara göre ahlaksal yükümlülük, bizlere iyiyi işleyip, kötüden kaçmamızı emreden Tanrı iradesinin ortaya çıkışından başka bir şey değildir. Ama 18.yy’ın ileri düşünceli insanları dini bir yana bırakmak kararındaydılar.
Smith, “Ahlaksal Duygular Kuramı”nda bencil ve çıkar gözetmez dürtülerin bizde bir arada var oluşu sorununu, şu savı öne sürerek çözmeyi denemektedir. Eylemlerimizi güden şey, sadece kişisel çıkarlarımız değil, aynı zamanda başkalarının bu eylemlerimiz hakkındaki yargılarıdır çünkü karşımızdakilere duyduğumuz “sempati”, bizi onların yargısını kabul etmeye sürükler.
Bu kitabında Smith’in mekanikçi ve doğalcı bir toplum görüşüne, hiç tartışmasız, katılmaya niyeti olmadığını görüyoruz. Bu tereddütü yapıtın başka bölümlerinde de gözükmektedir. Smith bir yandan temel olarak toplumun içinde bireyler arasında bir hizmet alış-verişi olduğunu kabul ediyor; ama aynı zamanda da, toplumsal düzenin zengin ve güçlü olanlara hayranlık duyma ve dolayısıyla onlara boyun eğme eğilimine dayandığını ileri sürüyor.
Smith, bireysel çıkarların mekanik etkisi tarafından gerçekleştirilen ekonomik düzenle toplumsal adalet arasındaki karşıtlığın bilincindedir. Smith toplumsal adalet diye bir problemin varlığını inkar eden ya da bu problemlerin ekonomik ilerleme sorunuyla birlikte kendiliğinden çözüldüğünü ileri süren Fizyokratların tavrından çok uzaklardadır. Ama gene liberal bir açıyı savunmaktadır. Smith bir yandan zenginliğin ardından koşma özgürlüğünün her türlü ilerlemenin vazgeçilmez koşulu olduğunu ileri sürmekte , öte yandan da, ekonomik özgürlüğün doğurduğu adaletsizliklerin belkide ilk bakışta sanıldığı kadar büyük ve dayanılmaz olmadığını açıklamaktadır. Ona göre özgürlük ilerlemenin koşuludur. Bunun yanında özgürlük eşitsizliğin de kaynağıdır. Ama Smith toplumsal eşitsizliğe rağmen bireylerin aşağı yukarı aynı hazları duyduğunu ileri sürmüştür.
Smith Epikirosçu olmaktan çok stoacıdır. Dolayısıyla da tinsel (manevi) hazların maddi hazlardan daha önemli olduğunu kabul etmektedir. Smith bu konuda şöyle diyor:
“…..bir çit boyunca güneşte ısınan dilenci, aslında dünyanın bütün hükümdarlarının arayıpta bulamadığı o barış ve tarafsızlığa adeta kendiliğinden sahiptir.”
Bu durumda Smith’in neden ekonomik ilerlemeye bu derece önem verdiği sorusu ortaya çıkıyor. Mutlu olmamız için güneş ışığı yetiyorsa eğer, bilimlere, sanayi ve eşitsizliğe ne ihtiyaç kalır ki? Smith insalara, etkinliklerinin maksadı olarak, aynı zamanda hem zenginliğin elde edilmesini, hem de bilgeliğin elde edilmesini öneriyor. Ne birini ne de ötekini kurban edemiyor. Fakat bize bu iki hedefin nasıl uzlaştırılması gerektiğini gösteremiyor. Böyle bir uzlaşma olmayınca Smith’in toplum felsefesi doğruluktan yoksun kalıyor ve daha çok toplumsal adaletsizliğe bir boyun eğişin damgasını taşır hale geliyor.
Smith zenginliğin bilgeliğe yeğ tutulmasına karşı üzüntü duyuyor ama aynı zamanda da dünyadan el etek çekmeyi önerdiği için geleneksel Hristiyanlığa saldırıyor. Bu durumda da Smith “Hristiyanlığın önerdiği bu kaçamak yola sapmamak istiyorsak, dünyayı olduğumuz gibi kabul etmemiz gerekir.” diyor.
Fizyokratlar, 18.yy burjuvazisinin toplumsal görüşlerini birazda safça bir rahatlık içinde açıklayan pratik adamlardı ve para tutkusu üzerine kurulu dedikleri bir doğal düzeni yüceltmekte en ufak bir zorluk çekmiyorlardı. Oysa Smith, bambaşka bir insandır. Filozof olarak, ilkeleri açısından zenginliği herşeyden üstün tutmaya katiyen çok istekli görünmüyordu.
ULUSLARIN ZENGİNLİĞİ
Bir anlamda “Ulusların Zenginliği” isimli eserinin temeli sayabileceğimiz “Ahlaki Duygular Kuramı”ndan sonra şimdi bu büyük eseri inceleme altına alabiliriz. Tam adını “Ulusların Zenginliğinin Niteliği ve Nedenleri Üzerinde Araştırmalar” diye Türkçe’ye çevirebileceğimiz bu eserini Smith, 12 yıldan fazla bir sürede yazmıştır. Eserini beş ayrı kitaba bölmüştür ve bölümlerin başlıkları şunlardır:
1.Kitap: Emeğin Üretim Gücünü Artıran Faktörler ve Üretimin Dağılışı
2.Kitap: Kapitalin Niteliği, Birikimi ve Kullanılışı
3.Kitap: Çeşitli Milletlerde Bolluğun Farklı Gelişimi
4.Kitap: Ekonomide Çeşitli Sistemler
5.Kitap: Hükümdarın ve Cumhuriyetin Gelirleri
Ünlü toplu iğne yapım atölyesi örneğiyle, işbölümünün emeğin üretici gücüne yaptığı etki ile başlayan eser, Amerika’nın keşfinden Merkantil politikalara, Batı siyasetinin Amerika kolonilerindeki özelliklerine ve Oxford’daki öğrencilerin boşa geçen zamanlarından, ringa balığı avlama oranlarına kadar geniş bir çerçeveye sahiptir.
Eser; açık, anlaşılması kolay, edebi bir üslupla yazılmıştır. Çeşitli konularda okurlarını büyük bir çaba harcamalarına gerek kalmadan ikna edebilmiştir. Ayrıca, Smith’in bu ünlü eseriyle birlikte, ekonomik alandaki bilgi ve çalışmalar, dağınıklık ve tutarsızlık aşamasını geçmiş ve ekonomik düşünceler bir bilim durumuna gelmiştir. Adam Smith “Ahlaki Duygular Kuramı”nda sorduğu “Bu dünyadaki bütün çabaların amacı nedir?”, “Bütün bu açgözlülükler, tutkular, zenginlik, güç ve şöhret peşinde koşmalar niye?” gibi sorulara bu eserinde cevap vermeye çalışmıştır. Ona göre bütün bu çabaların amacı, insanları varlığa, bolluğa kavuşturmak, yoksulluk ve yokluktan kurtulmalarını sağlamaktır. Ekonomi biliminin görevi de bunun yollarını göstermektir.
Smith’in bu eseri düzenleniş bakımından günümüzde yazılmış bir ekonomi kitabından oldukça farklıdır. Dikkatle bakıldığında, eserin düzenleniş biçimi, bir bilim kitabında olmaması gereken hatalarla doludur. Yararlı olmakla birlikte, konu bakımından gereksiz görülebilecek bir çok tarihsel ve siyasal bilgi, çeşitli konular içinde gelişigüzel serpiştirilmiş gibidir. Ama gene de bu hatalar ve yanlışlar eserin dünya çapında beğenilmesine ve meşhur olmasına engel olmamıştır.
Smith, her şeyden önce eserinin adını “Ulusların Zenginliği” koymakla, incelemek istediği konuyu bir anlamda sınırlandırmıştır. O, bu sınır içindeki konuları, birbirine eşit olmayan beş ana bölüm içinde incelemiştir.
Eserin ilk cümlesinden, Smith’in zenginlik sözcüğünden, insanların ihtiyaçlarını gidermeye yarayan ve değiş tokuş edilebilecek şeyleri anladığı anlaşılır. Aslında eserde zenginliğin açık bir tanımı yoktur. Smith çoğunlukla kavramları tanımlamaktan kaçınmıştır. Fakat daha ilk satırları okumaya başladığımız zaman, Smith’in zenginlikten ne anladığını açık bir şekilde yazmak endişesinde olduğu anlaşılmaktadır.
Eserin ilk sayfasında Smith’in üretimde tek unsur olarak insan emeğini kabul ettiği sanılır. Fakat o diğer konularda doğanın ve kapitalin üretimdeki önemini de belirtir. İlk sayfasında insan emeği üzerinde durmasının sebebi, Smith’in kendisini, zenginliğin tek kaynağını doğa ve toprak sayan filozoflardan ayırmak istemesidir. Yani o ekonomik konuları diğerlerinden farklı, orijinal bir açıdan incelemek, Merkantilist ve Fizyokrat olmadığını belirtmek istemiştir.
Smith ilk iki kitabında insanların ihtiyaçlarını karşılayan eşyanın çok üretilmesini, daha sonra da detaylı bir şekilde bahsedeceğimiz gibi, emeğin iyi örgütlenmesine ve çalışanların sayısının çokluğuna bağlamıştır. Böylece birinci kitabın konusu, emeğin verimini artıran etkenlerle, üretimin ulusun çeşitli tabakaları arasında paylaşılma biçimidir. İkinci kitabın konusu ise, çalışanların sayısını artıracak olan kapitalin niteliği, birikimi ve kullanım yöntemleridir. Fakat her Avrupa ulusunda emeğin örgütlenme biçimi aynı olmamış ve hatta ulusların ekonomi politikaları da zaman içinde değişiklere uğramıştır. İşte bunun sonucunda Adam Smith, üçüncü kitapta, ülkelerin ekonomi politikaları tarihini ve dördüncü kitapta da kendinden önceki düşünürlerin ekonomik doktrinlerini anlatmış ve eleştirmiştir. Beşinci kitabın konusu ise kaynakları ve kullanım biçimleri bakımından devlet gelirleridir.
Analizlerin inceliği, üslubun kolaylığı, bilgi genişliği, akıl yürütüşündeki alçakgönüllülük ile bu ilginç eser, zaman zaman bazı hatalar içerse de, ekonomi biliminin gerçekten o güne kadar yayımlanmış ilk ansiklopedik kitabını oluşturmuş ve bu yüzden Adam Smith, yüzyıl boyunca ekonomi biliminin babası unvanını taşımıştır.
BİRİNCİ KİTAP/BÖLÜM 1: EMEK VE İŞBÖLÜMÜ ÜZERİNE
Ulusların Zenginliği’ni kısaca tanıttıktan sonra, eserin ilk bölümüne geçebiliriz. Smith, eserini ilk bölümünde daha öncede belirttiğimiz gibi işbölümü ve emeği konu almıştır. Zaten eserin ana konusu işbölümü temeline dayandırdığı ekonomik gelişmedir. Ona göre ekonomik yaşamın en belirgin yönü işbölümüdür. İşbölümü, ekonomik büyümenin ve uluslararası ticaretin zenginliğinin başlangıç noktasıdır.
SONRAKİ SAYFAYA GEÇİNİZ
[wp_ad_camp_5]
sonraki sayfadan devam ediniz
İlk yorum yapan olun